Akışa bırakmak kadercilik midir?
İçinde yaşadığımız coğrafyanın sosyo-ekonomik koşullarının zorlaşmasıyla birlikte daha çok benimsediğimiz bir duruşu/tavrı gözlemlediğim için bu konuda yazmak istedim. Nedir bu duruş ya da genel tavır? Belki de ümitsizlikten, karamsarlıktan ya da çaresizlikten doğan bir duruş: İsteksiz ve cesaretsiz bir hareketsizlik... Aslında çevremizde bu kadar belirsizlik/güvensizlik varken isteklerimiz ve hedeflerimiz için çabalamak anlamsız gelebilir. Ancak bu noktada çok önemli bir ayrımı yapmak gerekiyor: Olayların gidişatını “akışa bırakmak” ve kadercilik diye özetleyebileceğimiz yaklaşım aynı şey değildir.
Önce kadercilikten başlayalım çünkü diğerinin bir hikayesi var... Kaderciliğin en basit tanımı, yaşam deneyimlerimiz üzerinde hiçbir kontrolümüz olmadığı inancıdır. Yani başımıza gelenler, karşımıza çıkanlar adeta önceden yazılmış senaryonun film seti gibidir ve bu senaryo hakkında bizim hiçbir önbilgimiz olmadığı varsayımına dayanır. Kadercilik, birçok kültürde yaygın bir duruştur hatta buna dair atasözleri ve deyimler de çok kullanılır. İnsanı içinde bulunduğu durumun/koşulların zorluğuyla mücadele etmekten çok, bunları kaçınılmaz kabul edip alternatif düşünmekten/aramaktan alıkoyan bir duruştur. Aslında insan canlısının doğuştan sahip olduğu hayatta kalma içgüdüsünü çok daha pasif biçimde deneyimlemesine sebep olur çünkü özellikle beynin yaratıcılık kapasitesini ve cesaret duygusunu devre dışı bırakır. Sadece insan iradesinin ve bedeninin dayanıklılık sınıra oynayan bir siyasetçi gibi düşünebilirsiniz...
Oysa “akışa bırakmak”, çok farklı bir bilinçle gerçekleştirilen ve her an aktive olabilecek bir gücün tasarruf modunda bekletilmesine benzetilebilecek bir izleme halidir. Burada pasif gibi görünen duruş, aslında son derece bilinçli uygulanan bir stratejidir; kesinlikle etkisizliği baştan kabul etmiş bir bırakma hali değildir. Akışa bırakma, aynı zamanda bir geçmişe sahiptir. Tutmadığımız bir şeyi bırakamayız; dolayısıyla burada belli bir süre bir şeye tutunmuş olma, orada vakit geçirme veya çaba gösterme hali söz konusudur. Akışa bırakma, ancak belli bir süre sonra yeni bir yol deneme amacıyla benimsenen bir duruştur. Tabi ki burada da bir kabul vardır; ancak “evet, tamam” diyerek onay verilen, kabul edilen şey, şimdiye kadarki çabaların bu şekliyle bir sonuç vermeyeceğini ve başka bir yol bulmak gerektiğini kabul etmektir.
Bazı durumlarda akışa bırakmak biraz da gereklidir. Bir süre çaba gösterdiğimiz, istediğimiz sonuca ulaşmak için emek ve zaman harcadığımız süreçte yorulduğumuzu fark etmeyiz ve aman içinde yorgunluktan görüşümüz de bulanıklaşır. Sadece hedefe kitlenmiş bir şekilde süreç boyunca çabalayıp dururken yaşadıklarımızı da yorumlayıp deneyim hazinemize katacak zamanı ayırmayız ve duruma göre yeni strateji geliştirme, esnek olabilme becerimiz azalır. Yorgunluk ve hayal kırıklığı çok üst düzeye çıkarsa, yukarıda bahsettiğim “kaderci” duruşu benimseme ve toptan pasif bir kabulleniş haline geçme riskimiz artar. Bu nedenle, istediğimiz sonuca uzun süre ulaşamadıysak ve yorulduğumuzu hissediyorsak, arar vermenin zamanı geldiğini anlamalı, olayları/kişileri bir süreliğine akışa bırakmalıyız. Bu akışa bırakma sırasında olayları ve kişileri istediğimiz yönde etkileyecebileceğimiz inancından uzaklaşıp, aslında hedefimize ulaştığımızda ne hissetmeyi istediğimize odaklanmalıyız. Bu duyguya ulaşmak için başka hangi koşullar uygun olabilir, bunu düşünebiliriz. Bu sırada olan biteni, konuşulanları izleriz ancak müdahalede bulunmayız. Kendimize zaman tanırız; biraz dinlenmek, o sakinlik ve huzur frekansında zihnimizde/yüreğimizde canlanabilecek farklı görüntülere ulaşabilmek için...
Akışa bırakmak, içimizdeki aşırı aktif dürtülere rağmen (yani kendimize rağmen) yaptığımız son derece aktif ve bilinçli bir eylemdir. Bazen kendi özümüze giden yolu tekrar bulabilmek için çok da gereklidir... Çünkü çok sevdiğim bir atasözündeki gibi sonuçta “Su akar, yolunu bulur”...
YORUMLAR