Çatı katının kışla imtihanı ve bir yılbaşı öyküsü!
Şimdi “Taaa bilmem kaç yıl önce anca böyle bir soğuk olmuştu; bizim çocuklar daha ufacıktı o zamanlar” falan diyecek kadar uzun değil malum benim Datça geçmişim. Şurda sadece bir kış sığdırdım tarihime. Lakin yine de birkaç laf edeceğim Güney Ege’nin şu takırdatan poyrazına müsaadenizle. “Uçuyoruz ve donuyoruz ey Mikail!”
Geçen yıldan bu yana benim avuç içi kadar çatı katının ocakta kaynayan bir çorbanın buharıyla bile ısındığını söylediğimde böyle bir kışı ve böyle bir poyrazı hiç görmeden kurmuştum o cümleleri. Bu sabah rüzgarın sesiyle saat 04.30’da açtığımda gözlerimi, dışarıdaki derece -2’yi gösteriyordu. O da bir şey mi demeyin. Burası Ege’nin en güney ucu. Bu memleketin insanları karı ömürlerinde buradaki toprakların, ağaçların, çatıların üzerinde hiç görmemişler. Ama şimdi gökyüzü böyle bulutsuz olmasa ve yağmur yağsa, buraya da o damlalar kar olarak düşer.
Hal böyle olunca gel de çatı katını çayla çorbayla ısıt! Evde ısınmak için var olan tek alet, yıldızımın ezelden beri hiç barışık olmadığı klima. Buraların kışı hafif geçtiği için insanlar ısınmak için bu aletten medet umuyorlar. Geçen yıl da sevmemiştim, lakin bu sene hiç anlaşamayacağım sanırım kendisiyle. Sabah kalkar kalkmaz buza kesmiş evi azıcık ısıtsın diye yakmamdan tam iki saat sonra, kapkalın polarımın üzerine sardığım battaniyenin ancak önünü azıcık aralamamı sağlayacak kadar ısıtabildi evi. İki saat boyunca ancak kendi ağzımın buharı kadar ısı verebilen gürültücü klimaya bakıp iyi bir taraf bulmaya çalıştım ve buldum! Çok daha çabuk kuzineli, sobalı ya da şömineli bir eve taşınacağım! Evrenin hangi semtine gönderiliyordu şu dilekler?
İşin ısınma faslı bir yana, kutu gibi bir evde, ocaktan demliğin tıngırtıları gelirken geçirilen kış akşamlarının tadı hakikaten başka oluyor. Bana böyle zamanları sevdiren yegâne şey kitaplar… Ama özellikle de böyle geceler için seçilmiş kitaplar… Kitap okumanın zamanı ya da mevsimi yok. Fakat bazı kitapların var. Bu aralar yine şöyle bir kış romanı seçmek istedim kendime. İçinde kar, yağmur, soğuk olması değil derdim, hikayesinde kışa yaraşan bir sıcaklığın olması. Ve tek bir kitap göz kırptı şu an elimde olanlardan, peşinden bir cümleyi sürükleyerek: Madem memlekete kış geldi, herkese biraz “Sevgi” lazım. Sevgi Soysal’ın en az “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kadar sevdiğim romanı “Yürümek”. Bir Ege kasabasından, kışın kış gibi olduğu kentlerden birine, Ankara’ya uzanan bir hikaye…
Bundan birkaç yıl önce İstanbul’da yine kar kıyamet ortalığı kavururken Füruzan’la şenlendirmiştim o seneki kışımı. Unutmadığım, tadı damağımda kalan bir edebiyat mevsimiydi. Füruzan kadar kalemi kışa yakışan az yazar var.
Füruzan kitaplarım hala İstanbul’da kalan kütüphanemde konaklıyor. Yoksa şimdiye çoktan çekip raftan, en sevdiğim öykülerinden birini okumuştum. Şu an kitaplar bana gelemiyor ama ben onlara gideceğim. Akşama senelik İstanbul ziyareti için güneyden kuzeye doğru yolculuk var. Ve ben üç senedir yaptığım gibi yeni yıla yine Füruzan’ın “Gecenin Öteki Yüzü” öyküsüyle gireceğim. Kendince yarattığı gelenekleri, adetleri seven biriyim ben. Her yılbaşı zamanı Füruzan’ın bu delip geçen yılbaşı öyküsünü okumak da adetlerimden biri oldu. Tavsiye ederim. Tatlı bir hüzün bırakır okunup bittiğinde ama hayata yakışan bir duygu bu ,hüznün Füruzan hali.
Defterime “Gecenin Öteki Yüzü”nden düşülmüş bir not olsun bu yazının son cümlesi de madem: “Kirlenen insanları temizlemeye geldi bak, göğün yedinci katından karlar.”
YORUMLAR