Herkes aşk istiyor, peki ya sonra?
Sabah, baharın bu dönemlerinin deniz kuşu olan sumruların eş seçme dönemi olduğunu ve eşlerini, yakaladıkları balıkları ikram ederek ikna etmeye çalıştıklarını öğreniyorum. 21. yüzyıl insanının aradığı ve özlediği pek çok şeyin doğanın kendi rutin akışında olduğunu görüp bundan heyecanlanması hem güzel hem tuhaf. İnsan da aslında bu doğanın bir parçasıyken kendini ait olduğu bu mucizevi mekanizmadan uzaklaştırdı ve kurduğu yapay yaşam organizmalarıyla ilişkilerin de yapay olanlarına mahkum kaldı. Şimdiyse yana yakıla saflık arıyor, saf olan tek bir nokta dahi bırakmamışken.
Bu bilgiyi okuduktan sonra aslında başka bir konuda yazmaya niyetlenmişken pek de muhabbetini etmeyi sevmediğim bir konuda yazmaya karar verdim. Ben bugünlerde en çok aşktan bahsetmeyi sevmiyorum. Her cümlenin içine, her kelama bir tutam tuz misali atılan bir kelime olup çıktığı, kelimeden öte de kanlı canlı yaşama dair bir anlam ifade etmediği için. Gerçekten içim bulandı. Aşka dair bahsedilen tek şey farazi hallerden, “bugün aşk olsun, çiçek aşk koksun, kapı zili de aşkla çalsın” kıvamından ibaret. “Bir şeyi çok söylersen olur” cümlesini “Bir şeyi sadece söylersen olur” şeklinde neden yanlış anladık acaba?
“Herkes” aşk istiyor ama “herkes” aşksız. Halbuki bu kadar aynılığın içinde bir sürü çakışan olması gerekmez mi? İstenen aşk değil de başka şeyler olunca gerekmiyor galiba. Çünkü herkes aslında en çok para istiyor, mevki istiyor, entelektüel birikim istiyor, içi dışı süslü bedenler istiyor, garantiler istiyor, aşk da hepsini kapsayan bir küme olsun istiyor. İleride 21. yüzyıl aşkları sanırım sadece eski şair ve yazarların aşk şiirlerini ya da anılarını okuyup iç geçirerek paylaşan insan çaresizliği olarak anılacak.
Mesele her yere aşk tomurcukları serpmekte de değil aslında. Herkes aşkın en idealini istiyor, sadakat ve masumiyet istiyor, üstelik ilişkilerin en kirlilerinde debelenirken. “Ben zamanımı başkalarının sevgililerine göz süzerek geçireyim ta ki masum aşk beni bulana kadar!”
Böyle durumlardaysa benim aklıma en çok Zorba karakteri geliyor. Sürekli söylenen değil, sadece yaşayan insan örneği Zorba. Artıyı eksiye koyup sürekli doldur boşalt yapmaz, kafasındaki bin tane tilkiyle oynamaz, çıkarlarla hesaplarla karar vermez. Gönlünün istediği şekilde yaşamak vardır sadece. Özgür bir insan gibi… Eşini seçerken doğası gereği balık ikram ederse onu ikna edebileceğini bilen sumru kuşu gibi…
Zorba’nın memleket edebiyatındaki karşılığı ise öyle üzerine koca bir roman değil, sadece dört beş sayfalık bir öykü yazılmış Cura karakteri benim için. Halikarnas Balıkçısı’nın Cura’sı… Kocaman gökdelenlerin, egzos kokulu Elmadağ caddelerinin, yüzü sirke satan kent insanının arasında dimdik başı, çiçekler açtıran neşesiyle o esaslı kız ve onun kelamda değil, yaşamda aşka yaklaşımı…
Bu satırları da bir şeyleri çok iyi bildiğim için yazmadım. Parmak sallayan biri gibi gözükmekten de hiç hazzetmem. Yanlışlarım doğrularımı çoktan götürmüş de olabilir. Neyin aşk olabileceğine dair az çok fikrim var ama bilmek mi? Haşa! Ama neyin aşk olmadığını biliyorum galiba. Tüm bu uçuşan aşk kelamlarına denk geldikçe uygunsuz bir eşyayı yakalamış dedektör gibi ötüyor beynimde ziller.
İçinde bu kadar “aşk” kelimesi geçen bir yazı yazmış olmaktan bile memnun değilim gerçi ya, yazdım gitti!
YORUMLAR