Elinizi Datça’dan çekin!
İnsanı mutluluktan parlatacak kadar güzel bir geziden bahsedecektim bu hafta bu yazıda. Datça’da bu sene 15.’si yapılan Akdeniz’den Ege’ye Dostluk ve Doğa Yürüyüşü’nden… Akdeniz’den testilere doldurulan deniz suyunun uzun, meşakkatli ama çok keyifli bir yürüyüşten sonra Ege’ye dökülmesi ve iki denizin selamını birbirine iletmekten… Lakin kötülük yine iş başında. Yaşama, güzelliklere, nefes almaya dair ne varsa kirletmek için zehri elinde bekliyor.
Datça yarımadasının imara açılması haberleri tüm hafta boyu konuşuldu. Yapılmak istenenlerin detaylarını okudukça beynim uyuşuyor. Daha evvel Kargı Koyu’na yapılmak istenen otelle ilgili söylentiler üzerine “Doğa değil, talancılık ölsün” başlıklı bir yazı yazmıştım. Şimdi bütün yarımadayla ilgili nasıl korkunç şeyler planlandığını okuyorum ve aklım yerinden oynuyor.
Datça yarımadasının nasıl müstesna bir doğal güzelliğe sahip olduğunu anlatmaya benim kelimelerim yetmez. Fırsat yarattığınız en mümkün zamanda gelin ve kendi gözlerinizle görün. Ama lütfen kirletmek, yok etmek, çirkinleştirmek için değil, saygı duymak, şükretmek, güzelliğinden kendinize güzellik katmak için gelin. Gelişiniz burada betonlara yeni betonlar eklenmesine sebep olmasın. Bu güzel coğrafyanın havasından, suyundan, toprağından yetişen insanların ne kadar ‘insan’ olduklarını görerek türümüze dair umudunuz artsın.
Yukarıda bahsettiğim yürüyüş “iki denize birden kıyısı olan tek ilçe olmanın ayrıcalığıyla” yapılıyor 15 seneden beri. Hem Akdeniz’e hem Ege’ye bir yürüyüş mesafesi kadar yakın olmak… Şimdi bu coğrafyanın her yerine marinalar, herkesin arabasını durdurup, bisikletle ya da motoruyla yanaşıp özgürce denize atlayabildiği koylara sadece parasını verenlerin girebileceği iğrenç mimaride oteller yapılması planlanıyor. Cinayet!
İki yıldır bu coğrafyada yaşıyorum. Geldiğim gün kalpten vuruldum ve o gün bugündür dönemedim buralardan. Özgürlüğün sahip olmaktan değil, ait olmaktan geçtiğini buralarda öğrendim. Kendi insanlığımla, nefesimle, bedenimle yeniden tanıştım.
Şimdi diyorlar ki bozacağız bunların hepsini. O gördüğün el değmemiş güzelliklerin hepsine hoyratça gireceğiz. Elimden ne gelip ne gelmeyeceğini bilemiyorum ama bilmek değil burada önemli olan. Doğanın şiir yazdığı bu coğrafyaya zarar gelmemesi için elimden ne gelirse yapacağım. Havasından, suyundan, denizinden sonuna kadar faydalanıp, güzel fotoğraflar çekip sofralar kurarken, olağanüstü manzaralar karşısında tarifsiz duygular yaşarken iyi güzel ama şimdi tüm bunlar için bir şeyler yapma zamanı. Sadece şikayet etmeye gönlüm el vermez. Hepimiz her yere yetişemeyiz belki ama hepimiz yaşadığımız yerler için elimizi taşın altına koyabiliriz. Bir insanın bir yeri gerçekten sevmesi sadece manzarasını, yemesini, içmesini sevmekle olmaz. Ona zarar gelmemesi için de elinden ne geliyorsa yapmasıyla olur. Elim kolum bağlı izlemektense yapılanlara şahit olmamak için terkederim daha iyi. Ama ne terkedeceğim ne durup izleyeceğim.
Turizm sadece otel yapmakla olmaz. Turizmin, doğa turizminden tarih turizmine varana kadar bir dolu ayağı vardır. Ve Datça yarımadası sahip olduğu çeşitlilikle kış turizmi haricinde pek çoğuna ev sahipliği yapabilecek bir coğrafyadır. Varoluşuna zarar vermeden, sahip olduğu güzellikleri daha çok insanla paylaşabilmek için… Ama bu ülkedeki turizm anlayışı “manzara buldun mu, ev yap, otel yap”tan ibaret.
Datça’ya beton kamyonlarınızla, vinçlerinizle değil, motorunuzla, bisikletinizle gelin. Gelin, birlikte ayaklarımız denizin içinde yemekler yiyelim, sohbetler edelim. Buranın güzel insanları evlerini açsınlar, ikramlarıyla midenizden çok, önce kalbinizi genişletsinler. Yeter ki elinizi Datça’dan çekin!
YORUMLAR