Yuvayı dişi kuş yapar
Cumartesi pazarında sebze fidesi satan arkadaşı gördüğüm an başlıyor yaz telaşı buralarda. Herkesin azından çoğuna az buçuk toprağı olan bir kasabada hiç yokundan üç beş biber, bir iki salatalık ekiyor bahçesine insanlar. Mutfağına giren besinin nerden geldiğini, nasıl yetiştiğini bilmek bu çağda büyük lüks. Yerli atalık tohumlarla büyütülen sebzelerin dışında yüzde yüz doğala ulaşmak artık pek mümkün olmasa da, en azından yetiştirirken ilaca maruz kalmadığını bildiğin salatalığı, biberi, patlıcanı tüketmek önemli.
Bir de ekmek meselesi var tabii. Kendi mayasını evde yapan/büyüten tatlı kadınlar yumağı etrafım. Maya dediğin şey öyle önemli ki. Sen, ben, çoluk çocuk evin parçası olan kim varsa mayanın da ondan bir farkı yok. Hele de ekşi maya… Bildiğin yaşayan bir organizma. Mayasına Maya Hanım diye isim koyanlar mı dersin, seyahate giderken bile yanında taşıyanlar mı, eşleri mayayı kıskananlar mı… Eğlencelik bir dolu hikaye…
Elleri limon kokan kadınlar, elleri hamur kokan kadınlar, elleri toprak kokan kadınlar, elleri çiçek kokan kadınlar… Üreten kadının en çok elleri kokar, elleri değişir, yıpranır, yaralanır, acır. Lakin nezdimde üretmenin en güzel şekli elle olanı. Ürettiğine dokunabilmenin hazzını yaşar elleriyle üreten insan.
Kendine sakin, toprağa daha yakın bir hayat kurma azmindeki capcanlı gencecik bir kadının hayallerini dinlediğimde de duyduğum hep buydu: Ellerimle toprağa dokunmak, bahçemde sürekli çıplak ayak dolanmak istiyorum. Son derece donanımlı, eğitimli, pek çok başarılı kariyer adımlarından geçmiş bir kadının tek özleminin toprağa yakın olmak olması doğayla bağlarımızın ne kadar sert bir şekilde kopmuş olduğunun ifadesi. Metropolde yaşamak doğaya böyle derin hasretler büyütmek demek olmamalıydı. Tamamen susuz kalan bir insan kana kana su içmek ister, az da olsa sürekli su içebilen biri değil.
Kadınların yaşamla kurdukları bağlar çok önemli. Bana sorarsanız bir çağın ne olduğunu, neye evrildiğini, ne söylediğini en çok erkekler belirliyor gibi görünse de değişim talepleri yine daha çok kadınlardan geliyor. Siyaset, dünya ve devlet işleri bir yana günlük yaşamın nasıl ve ne düzende akacağının belirleyicisi kadın çünkü o çok kuvvetli bir yaratıcı güç. Doğası gereği yaşam alanını belirleyici olmada da söz sahibi. Bundan şu anlaşılmasın. Kadın dediğimiz şey de öyle yekpare, homojen, tek vücut bir şey değil. Dolayısıyla tercihi ve sözü de tek değil, tercihi ve sözünün sonuçları da hep iyi değil. Lakin çevremde mevcut düzenin dışında bir yaşam arayan, seçenekler oluşturma derdinde olan, teslimiyeti geri çevirmeye çalışan, en önemlisi de bunun için gerçek adımlar atanların çoğu kadın. Kadın, yaratılmak istenen değişimin bir parçası olmadıkça o düzen kurulamıyor.
Dünyanın nasıl bir vahşi düzen içinde kavrulup durduğu malum. Şu an bununla aynı güçte savaşabilecek başka bir karşı oluşum da yok. Ancak bireylerin kendi micro hayatlarında yükselttikleri itirazları ve değişim adımlarını bu vahşi düzenin karşısındaki en büyük güç olarak görüyorum. Bir on yıl öncesine nazaran artık bu sistemin içinde var olamayacağını söyleyen, üstelik de yine bu sistemin yetiştirdiği son derece kalifiye insan sayısı o kadar fazla ki!
Kendi adıma dünyanın daha iyiye gideceğine dair bir umudum da, beklentim de yok. Çünkü dünya zaten hiçbir zaman iyi bir yer olmamış. Genele baktığımızda kanın, vahşetin, savaşın hiç eksik olmadığı bir yeryüzü. O yüzden bence asıl mesele dünyanın daha iyi bir yer olması değil. Bazı insanların kendi ve etraflarındaki yaşamlar için hep daha iyisini araması ve bunun için çareler üretmesi. Bunu başarabilen biri, başka hiçbir şey yapamıyorsa başka birine ilham olur. Bu bile döngülerin değişmesinde zannedilenin aksine büyük bir adımdır.
YORUMLAR