6284 ve Allahın hükümleri

Şeriatı getirmek istediklerini açıkça ifade eden kimi siyasi partiler ittifak önkoşulu olarak 6284 sayılı Kanunun kaldırılmasını istediler. Cümlenin ilk kısmı yeterince acayip değilmiş gibi, 6284 sayılı kanunun ne olduğunu bilmeyenler için kısaca açıklama yapmak isterim. Ardından neden kaldırılmasını istediklerine dair sundukları argümanların bir kısmını konuşalım.


6284 sayılı Kanun (ki tam adı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanundur) İstanbul Sözleşmesi’nin taraf devletler için öngördüğü iç hukuk düzenlemesi. (Meraklısına İstanbul Sözleşmesi ne anlatıyor? yazım burada) Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan düzenlemelerin iç hukukta da bir karşılığı olması gerekir ki pratikte kolayca uygulanabilsin. İşte o düzenleme 6284 sayılı Kanun.


Bu Kanun bu konuya dair ülkedeki ilk düzenleme değil. 6284 sayılı Kanun yürürlüğe girince yürürlükten kaldırılan 4320 sayılı Kanun da (ki tam adı Ailenin Korunmasına Dair Kanundur) 1998’de yürürlüğe girmişti ve “aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hâkiminin meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak re'sen” alacabileceği tedbirleri düzenliyordu.


Şimdi bu tedbir kararı ve mahkumiyet hükmü arasındaki teknik farkı yine kısaca ve hukukçu olmayanlar için sadeleştirilmiş bir dille anlatmak isterim. Ceza hukukumuzda masumiyet karinesi esastır; yani suçluluğu ispat edilene kadar herkes masumdur, masum olduğu varsayılır. Basit şüphe ile soruşturma başlar. Siz gidip polise “X kişi benim çantamı çaldı” derseniz, savcılık soruşturmayı başlatmak zorundadır. Soruşturma süresince X kişisinin “şüpheli” sıfatı vardır. Soruşturma boyunca savcılık delil toplar. Şüphelinin ifadesini alır, tanık varsa ifadelerini alır. Varsa kamera kaydı izler, incelemesini yapar.


Yeterli şüphe görmezse “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verir. Takipsizlik kararı diye de duyarsınız. Yeterli şüphe oluştuğuna kanaat getirirse de iddianame düzenler ve dosya artık ceza hakiminin önüne gelmiş olur. Bu aşamada artık kovuşturma başlamış olur. Şüpheli sıfatı sanık sıfatına döner. Bakın hala masumiyet karinesi çalışır. Hakim de kovuşturma boyunca delil toplamaya, suçun işlenip işlenmediğinin tüm ayrıntılarıyla ispatı için gerekli araştırmayı yapmaya devam eder.


Ceza hukukunda aynı zamanda “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi geçerlidir. Suç kuvvetli şüphe ile ispatlanamamış ise bu durum sanık lehine yorumlanır. Tüm bu süreçlerin tamamlanmasından sonra beraat veya mahkumiyet kararı verilir. Tüm bu aşamalar elbette ki ikincil yargılamaya tabidir. Bölge adliye mahkemeleri, Yargıtay ceza daireleri gerekli itirazları inceleyen makamlardır. Tüm derece mahkemelerinin de bu kararı onaması üzerine karar kesinleşir ve infaz edilir. Kimsenin tek bir beyanı ile kimse hapse girmez. Böyle bir iddia ceza hukukun temel prensibine aykırıdır.


6284 sayılı Kanun ile bu süreçlerin hiçbiri askıya alınmadı. Tüm bu ceza hukuku ilkeleri hala yürürlükte. Hala masumiyet karinesi geçerli. Hala şüpheden sanık yararlanır. Peki ne sağlıyor 6284? Koruyucu önleyici tedbir kararı alınmasını. Bunlar da evden uzaklaşma, iş yerine yaklaşamama, telefonla arayamama gibi tedbirler ve süreli. Hâkim takdir ediyor hangi tedbirin uygulanacağına. En fazla 6 aya kadar verilebiliyor ki aslında uygulamada 6 aya bile rastlamıyoruz ne zamandır.


6284 sayılı Kanun uyarınca “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz”. Bu düzenlemeyi sanki yukarıda bahsettiğim masumiyet karinesi ihlal ediliyormuş gibi lanse ediliyor. Oysa bu düzenleme ile delil aranmayan ve beyana itibar edilen tek husus koruyucu tedbir kararı. Hapis yatmak gibi hürriyeti bağlayıcı yaptırımlar olmadığı gibi adli para cezası da değil. Tedbir kararı.


Neden kaldırılmasını istediklerine dair sundukları en yaygın argüman 6284 sayılı Kanunun masumiyet karinesini ihlal ettiği. Ama apaçık manipülasyon, apaçık gerçeği yansıtmayan bir iddia. Şiddet tehdininin delili olmaz. Bu ülkede kadınlar defalarca polise gitmiş olmalarına rağmen koruma kararı alamadıkları için öldürüldü. Bu kanun kadınların kanıyla yazıldı derken kastettiğimiz tam da bu.


İkinci argümanları da (ki bunu konuşmak zorunda olduğumuza bile gerçekten inanamıyorum), bu Kanun hükümlerinin Allah'ın aile ile ilgili emirlerine aykırı olduğu. Bu konuda “Allah'ın böyle bir emri yok, Kuran aslında şöyle der” kısmı bu yazının konusu değil. Zaten benim bildiğim konular da değil. Ama esas odağım şu ki dünyanın en adil, en eşitlikçi, en mükemmel emirleri de olsa Allah'ın emirleri hukukumuzun dayanağı değil, olamaz. Bu konuyu 100 yıl önce konuştuk. Bu ülke laik Cumhuriyet. Hukuk kurallarını da ancak demokratik ilkeler dahilinde, toplumsal katılımla, denetlenebilir, tadil edilebilir yöntemler üzerine inşa edebiliriz. Kutsal metinler üzerine değil.


Bu vesileyle önümüzdeki seçim bağlamında hala nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu fark edememiş olanlar bir durup düşünsün isterim.




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.