Birlikte çok güzeliz!

Yardımlaşma, dayanışma, birlikte güzel işler yapma…


Mükemmeliyetçilik, nasıl da büyük bir engel çalışmaya… Onu mu yapsam bunu mu diye düşünmek, hangisini önce yapsam diye karar verememek, o kıymetli “an”ları boşa geçirmek…


Sıralamanın olduğu yerler de var tabii, ona ne şüphe. Tohumlarını ekmeden önce, önceki yılın sebzelerinden tohumluk ayırmış olmalısın. O tohumları ekmeden önce toprağını hazırlamalı, zenginleştirmelisin. Tohumları seçmelisin hatta, en uygun meyvenin en güzel tohumlarının arasından irilerini ve dolgunlarını aramalısın. O tohumlar yaşasın diye, gelecek yıl ve sonraki yıllar da yaşamaya devam etsin diye bu çaban.


***


Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak, sen yeniayda yeni tohumlar ekmek için sabahtan kolları sıvamışsın; yanında arkadaşın, birlikte toprak hazırlıyorsunuz saksılara… O saksılara bu yazın biberleri, domatesleri, patlıcanları olsunlar diye tohumlar ekeceksiniz. Önceki yıldan kalan saksıların içindeki toprağı büyük leğene boşaltıyorsunuz birlikte, biriniz gidip saksıyı getiriyor; biriniz kuru otları, diğeriniz irice dal parçalarını ayıklıyor. Topu topu iki kişisiniz ama türlü işler yapıyorsunuz.


Birlikte iki kovaya yakın humus ekliyorsunuz koca leğendeki toprak karışımına, bir taraftan da karıştırıyorsunuz. Tabii bu işlemi yapmanız için de ortada “humus” diye bir şeyin olması gerek. Gün içinde kullandığınız sebze-meyvenin her türlü kabuğu, çekirdeği, bahçeden çıkan dalların, yaprakların birikmesiyle oluşan yığının zaman içinde çözünmesiyle oluşan toprak bu. Zaman gerekli yani onun için de. Toprakta solucanlar geziyor. Onlar bu toprak olma sürecinde yardımcılar. Solucanları tek tek ayıklıyorsunuz karıştırırken parçalanmasınlar diye. Görebildiğin, fark edebildiğin kadar ayıklayabilirsin ancak.



***


Nereye kadar titizlenmeliyiz? Nereye kadar irice dalları ayıklamalıyız?

Olduğu kadar! Yeterince!

Yoksa sonsuza kadar ayıklayabilirsin, bu iş sonsuza kadar sürebilir. Bir yerde durman lazım! Farkları daha hızlı görebilmen için gözünü eğitebilirsin ama.


Peki bu her durumda geçerli olabilir mi?


O olamaz da sorun yaratabilecek mükemmeliyetçilik huyunu ıslah etmen için güzel bir çıkış noktası olabilir. “Ya tam yaparım ya da hiç yapmam tam olmayacaksa; biraza, yeteri kadara tahammülüm yok!” demişsen hele, tam da sana göre.


Sen yeterince yapıp da yorulduğunda imdada yetişen oluyor zaten. Eğer tam anlamıyla teslim olmuşsan yaptığın işe, ne sürprizler yaşanıyor… İş dediğin de ne ola ki?


Yaşıyorsun işte. Yaşamak için çalışıyorsun, yaşamı devam ettirmek için elinden geleni yapıyorsun. Buna çalışmak deniyor, iş mi deniyor? İş olsaydı emeğin karşılığında armağan olarak para verirlerdi, iyi de sen ne yapıyorsun? Senin armağanın yaşam, emeklerinin karşılığını yaşam olarak alıyorsun. Birlikte yaşıyorsunuz ; sen, eşin, arkadaşların, kediler, köpekler, kuşlar, yengeçler, porsuklar, tavşanlar, keklikler, tilkiler, fareler, örümcekler ve yılanlarla ormanda; orman ise çamlarla, keçi boynuzlarıyla, mersin yapraklarıyla, kekiklerle, dağ laleleri ve yosunlarla sarmaş dolaş. Biriniz yoksa eksiksiniz. Birlikte ormansınız.


Saksıları taşımaya devam ediyorsun, bir bakmışsın bu kez arkadaşın gidip getirmiş. Her şey kendi akışıyla oluyor. Ben şu kadar saksı taşıdım, o benim kadar taşımadı diye bir şey yok! Akla gelmiyor. Bunu aranızda konuşup gülüşüyorsunuz hatta. Hala hayatı böyle şeylerle kendine dar edenlerin olmasına bir iç geçiriyorsunuz.


İnatçılıklarınızı, detaycılıklarınızı konuşuyorsunuz. Her şeyi konuşabilmek, kendini çekinmeden, korkusuzca yaşayabilmek, kendinle dalga geçebilmek o kadar değerli ki. Eğlenerek zamanın nasıl geçtiğini unutuyorsunuz. Bugün ayın kaçıydı? Günlerden neydi allah aşkına?


Aaaa pazardı, misafir gelecek ya bugün, evet. Misafirler çoğunlukla pazar günü gelir.


Çalışma alanından ayrılma zamanı… Sen misafirlere yemek hazırlamaya gidiyorsun, arkadaşın da toprak işlerine devam ediyor. Misafirler gelince imece ile salata hazırlıyorsunuz, sofra kuruluyor. Birlikte yenen yemeğin ardından arkadaşın bulaşıkları yıkıyor, sen misafirlerle daha çok sohbet edebil diye…. Kuzinede pişen çayla birlikte sohbet sohbeti, öyküler öyküleri doğuruyor. Misafirlerden biri bir türkü söylemeye başlıyor:


“Veysel der çıkayım bir yüce dağa,

Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağa,

Zaman olur tenim düşer toprağa,

Karışır toprağa toz olur gider.”


Arkadaşın saksıları hazırlamış, küçük bostanın eğimini düzlemek için taş duvar bile örmüş; sen misafirlerle bahçeyi gezmişsin. Sen gelmezden önce tarlanı koca taşlardan temizleyip taraçalandıranlara, koca taşlarla duvarlar yapanlara şükretmişsin bir kez daha…Bir türkü daha gelmiş o taraçaların arasından:


“Karac'oğlan der ki, bakın geline,

Ömrümün yarısı gitti talana,

Sual eylen bizden evvel gelene,

Kim var imiş, biz burada yoğ iken.”


Güzel bir gün yaşanmış hep birlikte, misafirler ilk kez geldikleri “dağ başındaki yer”e kolayca uyumlanıp eğlenmişler, mutlu ayrılmışlar…Daha ne ister ki insan?


Her şey armağan, her şeye şükran. Yaşam koca bir armağan, sürprizlerle dolu… Bugünün payına da bu öykü düştü.





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.