Açık büfe hakaret
Tatile gitmişler. Vakit varken biraz direksiyon çalışmak istemiş kadın. Ehliyeti varmış ama araba kullanamıyormuş. Birkaç haftaya başlayacağı işte araba kullanması gerektiği için stresliymiş. Öğle üzeri direksiyona geçmiş, sevgilisi de yan koltuğa oturmuş. Kaldıkları tatil köyünü ana yola bağlayan toprak yolda biraz ilerlemiş kadın. Tek tük arabanın geçtiği düz yolda on dakika gittikten sonra ana yol tabelasını görünce geri dönmek istemiş, bugünlük bu kadar yeter diye. Sevgilisi ısrar etmiş. “Asıl araba kullanmayı öğreneceğin yer burası” demiş.
Kadın ana yola çıkmış. Yol alırken, yanındaki şerit değiştirmesini isteyip duruyormuş. “Sağ sinyal ver.”, “Sol sinyal ver.”, “Öndeki yavaş gidiyor. Onun önüne geçmeyi dene.” Şerit değiştirirken iyi zamanlama yapamayan kadının, arkadan gelenlerin kornaları da artınca eli ayağına dolaşmaya başlamış. “Arıza şeridinde durayım, sen geç direksiyona, dönelim, korkuyorum” demiş. Adam itiraz etmiş. “Hayır! Yoksa öğrenemezsin!” Son direktifi “Sağa sap” olmuş. Ama bunu sapağın adı yazan tabelaya çok yakınken söylemiş, kadın aniden direksiyonu kırınca, iki elini son beş dakikadır aniden yapıp durduğu gibi başına götürmüş. Son lafı şu olmuş:
“Gerzek karı!”
Kadın ağlamaya başlamış. “Niye beni aşağılıyorsun?” demiş. Sevgilisi “Ölecektik senin yüzünden”, “Dediklerimi yapmıyorsun”, “Reflekslerin zayıf” diye devam edince gözyaşlarına hıçkırıklar eklenmiş. Odalarına dönmüşler. O gün akşama kadar, kadın adamın ona söylediği kötü sözleri hatırlayıp hatırlatmış, adam da “Ama sen öyle yapmasaydın ben öyle demezdim” diye kükreyerek kendini savunmuş.
Kadın bağırıp ağlamaktan, adam kükremekten bitkin düşmüş. Kadın yatağa gidip kıvrılmış, adam da yanına uzanmış, sonra ona sarılmış. Biraz uyuyup akşam yemeği için hazırlanmaya başlamışlar. Adam traş olurken yüzünde köpükle banyodan çıkıp sormuş. “Klasik açık büfe mi yiyelim istersin? Dün Uzak Doğu restoranına rezervasyon yaptırmıştım, oraya da gidebiliriz.” Odadan çıkıp elele shuttle’a yürümüşler, tatil köyünün güney ucundaki açık büfeye inmişler.
“Gerzek karı!” duyduğu son fena söz olabilirmiş. Öyle diyor. Ama kaç ay önceden yedi gecelik peşin ödemişler, tatilin de üçüncü günüymüş. Dönse, bütün ödedikleri para yanacakmış. O kadar heves edip indirimden tatil için bikiniler, elbiseler, bluzlar, sandaletler almış. Hepsiyle geri mi dönseymiş? Dönse de kalsa da zaten barışırlarmış. Kalıp erkenden barışmayı, güneşin, denizin, dinlenmenin tadını çıkarmayı tercih etmiş.
Deniz, güneş, kum, gün batımı, kuş sesi, dalga sesi, azıcık esinti, huzur ve “Gerzek karı!”
Bütün bu güzel şeyler ve gerzeklik! Ortada bir uyuşmazlık var.
Dört günlük tatil parası nedir ki? Boşa gitse ne olur? Tatile diye alınmış bikiniler, elbiseler, sandaletler başka yerde giyilmez mi? Başka yerde deniz, kum, güneş yok mu? Gün başka yerde batmıyor mu? Kuşlar başka yerde ötmüyor mu? Ya huzur? O tatil köyünde, “gerzek” diyen birinin yanında bulunacak şey mi?
İnsanı böyle vazgeçemediği üç kuruşluk kazançlar kişiliksiz kılıyor. Parası ödenmiş tatilden, bir tatil köyünde dört gün geçirmekten, iki yeni bikiniyi giyip göstermekten vazgeçemeyen, kim bilir başka nelerden vazgeçemiyordur.
Belki üst üste koyduğu üç kuruşları biriktirmekten, belki bir sevgilisi olması fikrinden, belki beklediği evlilik teklifinden, belki...
İnsan en iyi kendi bilir hangi kazançlardan veya olası kazançlardan vazgeçemediğini. Bir o kadının değil, herkesin vardır vazgeçemediği kazançları. Sebepleri de üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Ama kazançlardan vazgeçmeyi bilmek gerek. Hiçbir kazanç “Gerzek karı!” hakaretinin kaybettireceğinden fazlasını getirmez.
Aksi halde ömür boyu açık büfe hakaret.
YORUMLAR