Kolun kırıldıysa et sar geçer!

12 Eylül davası başlıyor. Ne acayip.





İnsanın inanası gelmiyor.





Mübaşir "Sanık Kenan Evren" diye mi seslenecek şimdi?





32 yıl sonra sanık sandalyesine oturana seslenenecek olan mübaşir de 1985'liymiş, hayat işte...





Binlerce insanın kâbusu biterken, bir başkasınınki mi başlıyor?





Size de öyle mi geliyor bilmem, sanki memleket bir bekçiye emanet edilmiş ve gidilmiş bir lunapark gibi.





Bekçi canı nasıl isterse öyle davranıyor.





Bazen salıncakların düğmesine basıyor, bazen korku tünelini çalıştırmaya karar veriyor.





Ve işte asıl sirk şimdi başlıyor.





Nasıl bir tesadüfse, davaya bir gün kala Kenan Evren de kolunu kırıyor.





İnsanoğluyuz, şaşırmak tabiatımızda var.





Koskoca, kapkaranlık bir dönemin Genelkurmay Başkanı ve 7. Cumhurbaşkanı'nın paldır küldür düşüp de (hala hangi kolu bilinmiyor olsa da) kollarından birini kırmasını insan en azından zihninde resmedemiyor. (Resim konusuna girmeyeceğim, belki kırık kollu otoportresini bir gün paylaşır bizlerle!)





Yaşlılık da var tabii elbet, dalga geçeceğimiz yok.





Ama üzüldüğüm şeylerin ve insanların birçoğu karşı kıyıda kaldı, oraya yüzmeye de niyetim yok.





Bu kol kırılma meselesine dönersek; Kenan Evren'le beni bu noktada ortak geçmişe götüren bir anımız var, şayet onunki doğruysa.





12 Eylül 1980 Cuma günü, okula gideceğim.





Annemle babam salonda, kararmış oturuyorlar.





Televizyon ve radyo açık.





Hatırlamıyorum şimdi hangisi, "Elif bugün okul yok kızım." diyor.





Nasıl? Neden?





Basıyorum "Yaşasın"ı.





Neye sevindiğime dair en ufak bir fikrim yok, okul yoksa, çocuksan, sevinirsin.


Şuursuz yıllar.





Manasız da değil de bana boş boş baktıklarını hatırlıyorum.





Yine şimdi hatırlamıyorum hangisi, "Darbe oldu kızım." diyor.





"Darbe mi? Hiçbir fikrim yok."





O kadar üzgünler ki, iki soru daha sorup onları çıldırtmanın âlemi yok.





"Tamam o zaman ben sokağa çıkıyorum."





Annem, "Sokağa çıkma yasağı var." diyor.





Babam, "Boşver çıksınlar bir şey olmaz, kapının önündeler nasılsa." diyor.





O zamanlar Göztepe'de Bahar Sokak'ta oturuyoruz.





Sokağımız 15 dakika içinde, "Darbe nedir?", "Sokağa çıkma yasağı nedir?" bilmeyen çocuklar sokağı oluyor.





Askerler geçiyor sokaktan. Polisler bir şey demiyor ama askerler çok sinirli.





Kimisi yürüyor, kimisi arabalarının içinde.





Durup durup bize, "İçeri girin lan!" diyorlar.





"İçeri girin lan" mı? Ne biçim konuşuyor bunlar?





"Annneeeeee bu bize içeri girin diyor!"





Anneler babalar camlarda. Askerlere, "Çocuklar sokakta oyun oynuyor, karışmayın!" diyor hepsi.





Askerler gidiyor.





Delirmiş gibiyiz. Sanki oyun oynamak için bir günümüz var, o da o gün.





Futbol, yakartop, istop, saklambaç, bisiklet yarışı.





Kan ter içindeyiz ama sokaklar bizim.





O gün o kadar çok koşup, eğleniyorum ki, o kadar azmanın sonu elbette hüsran, yakartop oynarken geri geri koşayım da topu yakalayıp can alayım derken düşüyorum.





Canı alıyorum, ama iki bileğim de yerinden çıkıyor.





Oyun duruyor. Davul gibi bileklerim. Gidecek doktor yok.





Mahallenin en yaşlısı bir teyzemiz var, sokağın başında oturuyor, annem ona götürecek asker durduruyor, "Nereye?"





"Çocuğun bilekleri çıktı." diyor annem.





"Gidin, gelin!"





Annem cevap vermiyor, asker gidiyor.





Teyze bileklerime et bağlıyor, bezle de bir güzel sarıyor.





"Hadi artık eve!" diyor annem, "Hayır herkes sokakta! Ben de girmeyeceğim eve!"





Bileklerimde etler koşmaya devam ediyorum.





Sonraki günler, annemle babam kararmaya devam ediyor.





Her gün evde bir sessizlik, kendi aralarında konuşuyorlar, biz gelince susuluyor.





"Elif'e okulda Nazım Hikmet kitabı okuyamayacağını bir zahmet anlatıverin." diye okuldan mektuplar geliyor, "Senin çocukların anarşik" diye babaannemi Kadıköy'de pazar yerinin ortasında tartaklıyorlar vs. vs.





Karanlık günler.





Hayat işte, bir şekilde geçiyor.





Ama o günlerden bana bileklerimdeki et kokusu kalıyor.





Şimdi gelelim kırık kol mevzuuna.





Kenan Paşa'ya da tavsiyem, hangi kolu kırıldıysa, et sarsın geçer.





Tek kolla hareket etmek zordur, alsın eline bir Nazım Hikmet kitabı, belki biraz olsun vakit geçer.





Sevdalı Bulut'tan başlamasını tavsiye ederim, hani bana ilkokulda yasaklanan kitaptan...





Vakit geçmiyorsa, yakartop oynayabilir, oynarken can alsın diyeceğim ama "can alsın" kısmını kendisinin zihni yanlış kodlar.





Gelelim o kola sarılan etin kokusuna, ne yazık ki ona bir reçetem yok, o insanın üstüne siner.





Memleketin üstüne sinen bir koku öyle kolay geçmez.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.