Ata sporumuz gazetecileri azarlamak!

Önce özetler:

Gazete binamızın komşusu BEDAŞ.


Ve 45 gündür, hemen yanı başımızda, komşumuzun kapısının önünde polisler, panzerler ve 124 işçi eylemde...


Zira artık işsizler.


Sebebi de şu:

BEDAŞ’ın çalıştığı taşeron firma işçilerin maaşlarını yatırmadığı ve kesinti yaptığı için çalışanlar bir gün iş bırakmışlar. Ve aynı THY çalışanları gibi anında kapının önünü bulmuşlar.


Hak değil mi, aramak gerek, onlar da 45 gündür BEDAŞ’ın önünde, otellerdeki turistlere, yoldan geçenlere aldırmadan eylemlerini sürdürüyorlar.


Her gün saat 11’de düzenli protestolarına başladıkları anda polisler de kendilerine bir çeki düzen veriyor ve karşı karşıya geliyorlar.


Olay yok, henüz biber gazı da yok.


İşçiler sloganlarını atıp konuşmalarını bitirdikten sonra 7/24 nöbet tuttukları çadırlarına geçip, çaylarını içiyor, polisler çekip gidiyor.


Haftanın yedi günü bu... Ayin gibi.


Biz de 45 gündür aşağıdaki eyleme bakıyoruz.


Ve asıl hikâye de biz aşağıya bakarken başlıyor:


Aramızda şunu konuşuyoruz:

“Helal olsun kaç gündür direniyorlar, destek olmamız gerek, ne yapsak?”


Ve tamam, ben gideceğim ve onların direnişine destek veren bir Pazar yazısı yazacağım.


Her gün yanlarına uğruyorum, günaydınlaşıyorum lakin bu başka, şimdi onların ağzından da tek tek dinlemem lazım.


Bu bir büyüklük değil, bu onların yaşadıklarının yanında bir yük değil. Bu bizim işimiz. Yanımızda bir direniş var, bizde de kalem, yazacağız.


Geçtiğimiz Pazar günü Onur Yürüyüşü’nden sonra yanlarındayım.


“Ne var ne yok, nasılsınız?” faslından sonra, anlatıyorum, “Yazacağım, meseleyi biliyorum. Bir de siz anlatsanız.”


Ve ilk azarı yiyorum: “Bugüne kadar nerdeydiniz?”


Gazetede yazdığımızı, Fatih Altaylı’nın yazısını kesip çadırlarına astıklarını göstererek anlatıyorum.


“Hayır, her gün yazmanız lazım!”


“Keşke öyle bir fırsatımız olsa, memleketin her yeri direniş, elimizden geldikçe, sıra geldikçe” diyorum.


Yetmiyor.


“Onu yazacağınıza bizi yazın, şunu manşet yapacağınıza bizi yazın”... Sitemler devam ediyor.


Komşuyla didişmek yok bizde, "Bana bir çay bile ikram etmediniz, hemen azara geçtiniz, gözünüzü seveyim” deyince, mahcubiyetle: “Gelin bir çayımızı için!”


Direnişi örgütleyen kişi, “Ben başkanım ben anlatacağım” diyor. Ben de dinlemeye geldim.


İki laf, üç cümle derken yine azar faslındayız: "Bugüne kadar nerdesiniz!"


Çok canım sıkılıyor. Üzülüyorum da... Yine anlatıyorum. Ama nafile, bu konuşmanın sonu yok.


O kadar canım sıkılıyor ki, bildiğiniz onlara küserek yanlarından ayrılıyorum. Küstüğüm sadece BEDAŞ işçileri değil, bizi anlamayan herkese bu parantezde küsüyorum.


Çünkü bunu sadece BEDAŞ işçileriyle yaşamıyoruz.


Biz nerede gazeteci olduğumuzu söylesek, sadece ve sadece sitem ve şikâyet kutusu muamelesi görüyoruz.


Gazeteciyiz ya; yazsak kabahat, yazmasak iki kere kabahat...


“Onu neden yazmadınız, bunu neden öyle yazdınız, sizinkini alıyoruz ama bak böyle yaparsanız almayız. Zaten eskiden x'i alırdık bıraktık, y'yi hiç almadık!"


Memleket kıymet bilmez olmuş, yanına gelene basıyor azarı, elini sırtına koyana atıyor tokadı...


Ama işte... Bildiğiniz gibi değil. Gazeteciliği itip kakmak ata sporu olsa da, yanınıza her geldiğimizde bizi azarlasanız da biz yan yana durursak kazanacağımızı, ayrı durursak düşeceğimizi biliyoruz.


Bizim durduğumuz yer belli, yanımıza gelene "git" demeyiz, sıcak çayımız var, içer misiniz?

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.