Sevgiler, İsimsiz...

‘Uzaktan atıp tutmak kolay’ demesinler diye… İçime atıp tutuyorum.



Sıkıntı şu: Bizim memleketin göbek adı ‘kibir’ ya, artık kulağına kaç kere fısıldandıysa.. ‘8 bin kilometre mesafeden sen ne anlarsın’ demesinler diye daha az konuşur oldum. Hatta bazen gittiğim yerlerden kardeşimle ‘konumumu paylaşınca’ 8070 kilometre uzaklıkta olduğumu söylüyor.



Bazı şeyleri hep çok özlüyorum. Geçmedi, geçmeyecek de.


Vapurda sigara içmeyi özlüyorum. Evet, biliyorum, yasak diyeceksiniz. Vallahi açık konuşayım, kıvıramayanlara yasak. Yoksa kaç kere 69 TL ödemeyi göze aldığım halde, sigara üstüne sigara yakmışlığım, yakalanmadan da inmişliğim vardır. Bazen, üzülsem de Haydarpaşa’nın 3’ü 17 geçe duran saatini görmek istiyorum. Neyse. Zaten sonra geçiyor.


Burada herkes dertli. Sıkıntı yok. Kendi kendine konuşan çok insan var. Hatta avaz avaz bağıranlara rastlıyorum zaman zaman. Yapacak bir şey yok, ya adımlarını hızlandırırsın ya da durur derdini dinlersin.

Bir de şehrin gizli bir dert ortağı, bir sırdaşı var.

Adı: Brandon Doman. Mahcup, güler yüzlü bir insan. Onu ilk gördüğümde gidip yanında dikilip baktığımda bana da gülümsemişti. Yanında kutu kutu A4 ve yüzlerce kalemle oturup hiç konuşmadan duruyordu. Brandon tonla kağıt, dosya, kalemle durmuş parkta hikaye topluyordu. Bense onu seri katil sanmıştım. Ayıp etmişim.


Ve kendi hikayesi aslında şu kadar basitti:

Bu projesine yani hikaye toplamaya karar verdiğinde -4 sene önce- bir kafede oturuyordu. Ve yan masaları dinliyordu. Eline kağıdı kalemi alıp sokağa çıktı.Kağıdın üzerine şunu yazdı: ‘Bana hikayenizi anlatmak ister misiniz?’ O gün uzattığı kalem ve kağıtlara iki kişi uzandı. İki kadın oturup isimlerini vermeden hayatta itiraf etmek istedikleri şeyi yazdı. Sonra New York’a taşınınca projesine NY’ta en sevdiği yer olan Washington Square Park’ta devam etme kararı aldı.


Ve asıl hikaye burada başladı. Bugüne kadar parkta gelip Brandon’dan ‘Bir kağıt kalem de ben alabilir miyim?’ diyen insanların sayısı 6 bini geçti. Brandon kimseye ‘ne yazdın’ demedi. Bir tek şey rica etti: ‘İmza atmayın. Kimse bilmesin. Çünkü herkesin bir hikayesi var.’ O yüzden bütün mektupların imzası aynı: ‘Sevgiler, isimsiz’


Yaşlanmaktan korkan 16 yaşındaki genç, annesinden zebra istedi ve alınmadı diye kendini yerlerde yuvarlayan 7 yaşındaki çocuk (Önce 4 yaşındayken istemiş, ama artık büyüdüğünü ve bu isteğinin çok daha mantıklı geldiğini anlatıyor), her gece yatağında kendi cenazesini hayal eden (bazı geceler annesi cenazesinde çok ağlıyor, bazısında ise sükunetle duruyormuş, ‘Ölmesi iyi oldu’ diyormuş).. Bunlar günün birinde gelmiş ve kağıt-kalem istemişler.

Hepsini yazmayayım. Bir bakmanızı isterim. Göreceksiniz: Sadece siz değilsiniz üzülen, yıpranan, yorulan. Dünyanın her yeri dert keder. Sonu da yakın sanki. Canlı yayında seyrediyoruz işte. Hayat bazen sebepsiz fırtına, bazen uzun bir rakı sofrası. Bazı günler Ferzan Özpetek, bazı günler Nuri Bilge Ceylan kadrajı. Bazen de en fenasından –sadece kendisinin güldüğü- bir Hakan Şükür fıkrası.


Temennim şudur:

Bir gün bütün dünya yanarsa, inşallah bir tek Haydarpaşa’nın 3’ü 17 geçe duran saati kurtulur. İçimizde bunu en çok o haketti.


NOT: Brandon 24 Ağustos tarihi, Uluslararası Hikaye Günü olsun diye çabalıyor. Ne bileyim belki hikayenizi yazıp göndermek istersiniz? Adresi buraya koyuyorum, paşa gönlünüz bakmak isterse: strangersproject.com. Bir de mektup yazmak güzeldir. Altında da jilet gibi imzasıyla: ‘Sevgiler, isimsiz.’



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.