Ağlama, inanmam!
O yıllar, cuma akşamları babam bizi Buhara Et Lokantası’na götürürdü. Yazıhaneden döner, çantasını portmantonun üzerine bırakır, "Hadi daha hazır değil misiniz?" derken, annem "Ben size babanız geliyor demiştim, çabuk montlarınızı giyin" der, sonra da tuzluk gibi arabaya biner, giderdik.
Kapıdaki adam her cuma akşamı, "Avukat abim hoşgeldin" der, kardeşimle benim yanaklarımızdan makas alırdı. Baş garson koşarak gelir, "abim hoşgeldin" der, hızla topuklarının üstünde dönüp bizi oturacağımız masaya doğru götürürken, biz arkadan çaktırmadan yanaklarımızı ovuştururduk. Annem gözüyle "Ayıp" der, babam da "Hocam cam kenarına geçelim, çok açız sen bize önden pidelerden, bir de ezme getirirsen" derdi. Babam baş garsonlara "hocam" derdi, onlar babama "avukat abim".
"Abim, bir numaraya çöp şiş, iki numaraya pirzola mı getireyim?" Baş garsonun da çocukları vardı. Kendininkilere, "haylazlar" derdi. 3 numaradan şikayet ederdi. "Abim okusun istiyorum da.."
O yıllar, pirzola cuma günleri yenir, çocuklar numaralandırılır, annelerin bir tane kürkü olur, babanın kazandığı para bilinmezdi. Restoranlarda sigara içilir, küçük çocuklar kültablalarını değiştiren komileri sihirbaz sanardı. Hesaba bakmak, be’li ya’lı konuşmak ayıptı.
O yıllarda; boyum uzuyor, bacaklarım ağrıyordu, annem ağrıyı alır diye şiltelerin altına at kestanesi koyuyordu. Ağrılarımın geçmediği geceler şilteleri kaldırıp at kestaneleri yerinde mi diye bakıyordum.
Kaleci olmak istiyordum. Kalesinde güven veren, kalesinde devleşen bir kaleci. Gol yediğim günler kendi sahamızda aldığımız mağlubiyetleri Ercan Turgut dinleyerek unutmaya çalışıyordum. Plağın tozunu alıyor, iğneyi yavaştan Ercan Turgut’un üzerine indiriyordum. Çıtır çıtır söylüyordu. "Kimler aldattı seni, hangisine inandın? O sözlere aldanıp gitmezsin sandım."
Az uyuyup çok düşündüğüm yıllardı. Evde Ercan Turgut dinlenmesinin bir sebebi olmalıydı. Babamın ya da annemin gizli bir aşkı mı vardı? "Bak" diyordum kardeşime, "ikisine de bak, konuşurlarken ellerini alınlarına koyuyorlar. Bu işi en kısa zamanda çözmeliyiz" diyordum. "Evet" diyordu, "Takip edelim".
Plaklardan izlerini sürüyorduk. Bülent Ersoy’un kapağında takım elbiseli durduğu plağın yanına, kapağında İbrahim Tatlıses’in sarılı siyahlı bir kazak giyip elini çenesine koyduğu bir plak gelmişti. Mavi Mavi yazıyordu üzerinde. Anneme, arkadaşı getirmişti. Arkadaşı "İbrahim" diyordu. Bir sabah kapımız çaldı, "İbrahim beni dövdü" diye içeri girdi. Hamileydi. Babam, annem, üçü oturup saatlerce dertleşti. Annem "siz odanızda durun" dedi. Durduk.
O yıllar annem Şaşkınbakkal’daki kaset satan genç adama fısıldayarak bir şeyler söylüyordu. Üniversiteden "davalar" yüzünden atılmış, babası ona bu dükkânı açmıştı. Dükkanı, Atlantik Sineması’nın karşısındaydı. Camında "Karışık kaset doldurulur" yazıyordu. Annem bir gün "Elif gidip bir torbamız olacak alır mısın?" dedi. "Annem gönderdi. Bizim bir torbamız olacakmış?" "Hazır Elifcim hazır, üzerlerine yazdım." Siyah bir torbayı elime tutuşturdu.
Elimde torba eve dönerken, tren yolundan geçmeden önce gizlice torbanın içine baktım. Belki de anneme aşk mektubu yazmıştı. Ben bu aşkın kuryesi olmayacaktım, tren yolunda o mektubu yakacaktım. Mektup yoktu. Kasetlerin üzerinde, "Ahmet Kaya -1", "Ahmet Kaya- 2" yazıyordu. Anneme torbayı verip, sokağa fırladım. Döndüğümde annem Ahmet Kaya dinleyip, hapisteki arkadaşına mektup yazıyordu. "Kesin" dedim kardeşime, "Annem kasetçi adama âşık, Ahmet Kaya’da bir şifre var, babamınkini henüz bulamadık."
Sonra bir sabah evi aradım. Telefonları evlerde hep anneler açtığı için annem açtı. "N’aber, n’apıyorsunuz?" dedim. "İyilik valla, Diyarbakır’ı seyrediyoruz, görmen lazım, neyse, nasılsınız evladım" dedi. O "neyse" bütün haber ajanslarının geçmediği özetlerdi. "Neyse" dedim ben de. Bu "neyse" bize döner diye okuyamadığım belalardı.
"Anne" dedim, "Eve pikap aldık da buraya plakları gönderebilir misiniz?" "Hangilerini istersin?" dedi annem. "Ne varsa" dedim. "Ercan Turgutları filan yolla." "Bülent Ersoylar, Zeki Mürenler?" dedi annem. "Yolla ne varsa." "İbrahim Tatlıses’i istemezsin." "İstemem" dedim.
Kapattık. Bilgisayarımı açtım. Canlı yayında Başbakan "Ah" diyordu, "Ah Ahmet Kaya da burada olsaydı." Halbuki herkes gitmiş, Bülent Arınç, İbrahim Tatlıses, Emine Erdoğan kalmıştı. Üçlü defans ağlıyor, biz kendi sahamızda yine mağlubiyet alıyorduk. O gün; "Dünyadaki tüm yatırlar, türbeler ve hatta tapınaklar biraraya gelse bu kiri temizleyemez" diye düşündüm. Ne demişti Ahmet Kaya, "Anlatırdım gülerdin, gözlerimden öperdin, bu günler geçecek derdin, ya sonra? Benden selam söyleyin…"
YORUMLAR