Instagram hayatlar
Bir yerde yemek yiyoruz, tam elimi masaya gelen salataya atacağım, masada kızılca kıyamet kopuyor: “Ay dur, salatayı bozma!” Elim servis kaşığında, şaşkınım. Masadan biri, akıllı telefonunu çıkarıp, çatırt diye salatanın fotoğrafını çekiyor. Fotoğraf çekiminin akabinde, muhakkak ki başını telefonuna gömüp ortam ile insani bağlantısını, bir süre koparıyor. Fotoğrafı çeken, tam aramıza geri dönmüşken; o esnada masadaki diğer insanlar, telefonlarına sarılıyorlar. Diğerleri de az önce masaya gelen salatanın filtrelenmiş ve kadrajı düzeltilmiş fotosunu bir süre seyre dalıp, “like” ediyorlar. Hatta fotoğrafı, masada birbirlerine gösteriyorlar.
Her gidilen ortamda, yan yana gelinip kahkahalar atılırken kadehler havaya kaldırılıyor, bir akıllı telefon marifetiyle bu neşe tespit edilip, filtreler marifeti ile altı daha da çizildikten sonra, kamuoyunun beğenisine sunuluyor. Süreç hep aynı. Sonra da hunharca karşılıklı “like” etmeler başlıyor. “Dur bozma!” ünlemini duymadan, bir gün geçmez, salataya kaşık çalınmaz oldu.
Bu hal, insanda ister istemez senden uzakta da olsalar eşinin dostunun hayatlarında ne olup bittiğini bildiğin hissi yaratıyor. Ne de olsa, boğazlarından geçen her lokma, daha kursaklarından geçmeden cep telefonuna düşüyor.
Bir gün oturmuş, tembel tembel Instagram’da turluyorum. Altı aya kalmaz boşanacağından emin olduğum bir arkadaşımın paylaştığı fotoğraf karşıma çıkıyor.
Arkalarında, inanılmaz güzel bir manzara var. Karı koca, yanak yanağa vermiş, manzaranın önünde bize bakıyor. Güzel de bir filtre basılmış; çiftin gözleri, mutluluktan pırıl pırıl parlıyor. Fotoğrafın altında yorum ve “like” katliamı yaşanıyor: “Ay çok tatlısınız.”, “Bu ne güzellik.”, “Hadi çabuk dönün özledik.”
Fotoğraflar arasındaki gezintim, devam ediyor. İnsanlarla gerçekten görüşmektense, Instagram hayatlarında dolanmanın açık ara daha zevkli olduğunu düşünmeden edemiyorum. Orada dert yok, tasa yok. Oradaki insanların hiçbiri, kakasını yapmıyor. Kimsenin dişi ağrımıyor. Kimse,kocasıyla kavga etmiyor.
Sonra dönüp, teker teker kendi paylaştığım fotoğraflara bakıyorum ve kendi instagram hayatımı da gerçekten çok seviyorum. Çok tatlı bir kızım var, şahane bir anneyim, yemek yapıp yiyip içip, eş dostla yaşayıp gidiyorum. Suratım beyaz, gözlerimin altı mor değil. Hayatımın çoğu, bira içip mangal yaparak geçiyor.
Üç yaşındaki kızım bile, durumun farkında. Fotoğrafını çekerken, hemen sahte sahte gülümsüyor; sonra da “Anne bitti mi artık mutsuz olabilir miyim?” diye soruyor.
Instagram denen yerde, bir tür kolektif yalan yaşanıyor. Herkes yalanın farkında, ama kimse bir birini bozmadan “like” edip geçiyor. Bir tür, “lucid dreaming.”
“Lucid dreaming”, kavramını Tom Cruise’un başrolünde olduğu, ünlü “Vanilla Sky” filminden hatırlayacaksınız. Lucid dreaming, rüya gördüğünün farkında olarak, rüya görmek anlamına geliyor. Bu rüya görme şeklinde, gördüğünüz rüyanın içeriğini de kontrol edebiliyorsunuz.
Vanilla Sky’da da Tom Cruise’un canlandırdığı kahraman, hayatındaki tüm acı sahneleri çıkarıp; sade aşk, huzur ve mutluluğun tecrübe edildiği karelerden oluşan bir rüyaya, bilerek ve isteyerek yatıyor. Bir bilimkurgu filmi olan Vanilla Sky’ın gerçek dışı hikayesi, bugün bir akıllı telefon uygulaması vasıtasıyla milyonlarca insan tarafından tecrübe ediliyor.
Dikkat edin, bu fotoğrafların hemen hiçbiri, zihnimizde yer etmiyor. Instagram fotoğrafları, fastfood gibi tüketilip, uzay boşluğunda kayboluyor.
Halbuki, çıplak bir gerçeği, en kolay en güçlü ifade edebilecek vesiledir fotoğraf.
Burada binlerce satır yazarak anlatabileceğim bir insanlık halini, tek bir fotoğraf karesi, çok daha maharetle ve büyük bir güçle size anlatabilir. O kare, içinizdeki karanlık ve gizemli dehlizlere kaydolur ve hep sizle yaşar. Siz bilmeden, içinizde kaynayıp duran kazanda yavaşça sizi değiştirir, dönüştürür. Bugün olduğunuz insanın ilmeklerinden bir kaçını örer.
Şimdiye kadar bakıp bakıp geçtiğim binlerce Instagram fotoğramını, zihnimde geri çağırmaya çalışıyorum. İçime işlemiş tek bir kare arıyorum.
Biri diğerlerinden sıyrılıp, hemen çıkageliyor. Kuyumcular çarşısında, bir atölyede çekilmiş.Yaşlı bir adam, bir kuyumcu ustası, yorgun. Kolunu masaya, başını koluna dayamış tezgahın başında uyukluyor. Belli ki bu tatlı uyku uzun süremeyecek, az sonra işinin başına geri dönmesi gerekecek. Fotoğrafı gördüğüm anı hatırlıyorum. Etrafımda yüksek sesle konuşan insanlara“Hişt!” demek geliyor içimden, “yorgun adamı uyandıracaksınız”. O kareye girip, yaşlı adamın yorgunluğuna bir şekilde çare bulmak istiyorum.
İşte böyle... Lucid dreaming, tatlıdır tatlı olmasına. Ama gerçek insanı bağlar, günün sonunda çıplak gerçekler üzerinden kurulur.
Fotoğraf: Julien Aksoy
YORUMLAR