Unutanlardan mısınız, özleyenlerden mi?
Dünyada yüzlerce film vardır ki arasında şu cümle geçer:
“İki tip insan vardır:………..”
Herhangi bir konuya başlamak için nefis basit bir yol. Çoğunlukla kolaya kaçmaktır ama kimi zaman da yerini bulur.
Benim için bu yazıda bahsedilecek insanlar da ikiye ayrılır. Birincisi görmeyince özleyenler; ikincisi unutanlar.
Zamanında ünlü arabesk sanatçılarından İbrahim Erkal’ın söylediği bir şarkı vardı: Unutma, unutulanlar unutanları asla unutmazlar! Ne doğru!
Şimdi biraz açalım…
Öncelikle, unutmamak diye bir şey olduğuna inanmıyorum. Mutlaka unutacaksınız.
Ama zamanlama değişebilir. Uzun bir ilişkide unutma (ya da tedavi) sürecinin ilişki süresinin yarısı olduğuna yönelik formüller vardır. Tabii bu formül terk edilen kişi için geçerlidir.
Yine de benim bu yazıda esasen bahsetmek istediğim ayrılık durumları değil, doğrusunu isterseniz. Deneme yanılma bulma dönemi…
Bu ikiye ayrılan kişileri inceleyelim biraz.
Şimdi, derler ki kaçan kovalanır. Tamam, tanıştık, görüştük, anlaştık gibi...
İşler yolunda gidiyor gibi...
Birden kendisi yok oldu ya da beklediğiniz gibi davranmıyor. (Bu arada beklentilerinizi minimumda tutmanız gerektiğini hatırlatayım. En azından başlangıçta)
Şahsen pek sevmediğim bu belirsizlik aşamasında özleyenlerdenseniz, eyvah…
Uzunca bir süre bu kaypak durum içinde sistemi oturtma acıları çeker durursunuz. Bu süre de uzadıkça uzayabilir. Özlersiniz, görmek istersiniz. “Arasam” mı olursunuz, “ay yok aramayacağım” olursunuz. “E bi yazayım” dersiniz; yazdıkça yazarsınız o da yazmadıkça yazmaz…
Ya da arada yazar, birkaç kelime eder. Anlamazsınız, şimdi bu insan görüşmek istiyor mu, istemiyor mu? Emmeye mi, gömmeye mi? Delirirsiniz.
Arkadaşlarınızı da delirtirsiniz. Varsa ya da ulaşabiliyorsanız resimlerine bakarsınız.
Çirkin bile olsa o insan size güzel gelmeye başlar. “Bu sefer son” dersiniz, ama olmaz. Gönül dağlayan şarkılara eğiliminiz artar. Aşk sanırsınız, aslında alakası yoktur. Hele kafayı bulursanız; yandınız.
(Neyse ki 1-2 tane kafayı bulunca mesaj atan erkek var olduğunun duyumunu aldım da konuyu cinsiyetler arası ayırımcılığa sokmuyorum.)
Nitekim, “kaçan kovalanırcılar” bu insanlar için uygundur. Her zaman onlara hazırdırlar.
Gelelim öbürüne…
Doğrusunu isterseniz unutma süresi oldukça kısadır. Genelde yeni biri ile karşılaşıldığında sistem otomatik sıfırlar kendini zaten.
O yüzden bu cins, çok da boş bırakılmaya gelmez. Kuş kafesten kaçabilir. Ama normal şartlar altında yine tatlı bir heyecanla girersiniz bu yeni yola…
Samimiyet ve çekiniklik arası bir dönem başlar.
Özlersiniz, görmek istersiniz. “Arasam mı” olursunuz, “ay yok aramayacağım” olursunuz. “E bi yazayım” dersiniz; yazdıkça yazarsınız o da yazmadıkça yazmaz…
Ya da arada yazar, birkaç kelime eder. Anlamazsınız, şimdi bu insan görüşmek istiyor mu, istemiyor mu? Emmeye mi, gömmeye mi? Delirirsiniz.
Arkadaşlarınızı da delirtirsiniz. Varsa ya da ulaşabiliyorsanız resimlerine bakarsınız. Güzel bile olsa o insan size çirkin gelmeye başlar. “Bu sefer son” dersiniz, ama olmaz.
İşte birden baktınız ki onun yüzünü hatırlamıyorsunuz. Sesinin tonu gitmiş aklınızdan…
İçinizi gıdıklayan hoş birkaç duygu da yok olmaya başlamış.
Hatta “neden hoşlanmıştım ki ben bundan?” diye sorabilecek kıvama bile geldiniz. (Her zaman değil tabi)
O yüzden unutanların karşısına bir “kaçan kovalanırcı” çıkarsa sonuç tatsız olabilir.
Onlara sürekli ilgi gösterecek kişiler gerekir. İş işten geçtikten sonra ortaya çıkmanın bir anlamı olmaz. Tekrar görüşseniz bile eski tadı olmaz.
Bu durumda ne yapmak lazım?
Tabi esas soru bu?
E onu ben de çok bilemiyorum.
Ama okuduğum bir kitapta önce kendinizi iyi tanıyın, nasıl bir aşık olduğunuzu bilin. Sonra da nasıl birinin size uyacağını bulun diyordu. Bunun için de karşınıza çıkan kişiyi önce biraz tanıyın diye yazıyordu.
Bayılıyorum zaten bu tip kitaplara. Her şey ne kadar kolaydır orada. “Bu, bu, bu” derler. Biz de okuruz. “Ay çok doğruuuuu!” deriz.
İyi de bunu nasıl uygulayacağız?
Bu kitapları yazanlar bir de bunu çözseler ya…
YORUMLAR