İşyerindeki abiler ablalar ve daralan alanlar
Beraber çalıştığım insanlara abi, abla diyemedim hiç. Dilimin ucuna bu kelimeler gelemedi bile. Araya mesafe koymak değildi yaptığım, şimdilerde fark ediyorum, kendime ait alanı korumaktı. Bazen neyi neden yaptığını ya da yapmadığını, üzerinden zaman geçtikten sonra anlıyorsun.
Kendi alanını korumak önemli.
Bizde aile ilişkileri yorucudur. Ne kadar abin, ablan, teyzen, amcan, annen, baban varsa karışanın, didikleyenin o kadar çok olur. Yüzün düşer sebebini söylemen gerekir, “Üstüme varma” dersin, dediğine dert olur, bu sefer onu sevdiğin için onu üzmek sana dert olur. Bir odaya girip kapıyı kapatamazsın, biraz kendi kendine kalamazsın. Canın meyve mi istedi, sorarsın isteyen var mı diye. Bunlar öğrenilmiş mecburiyetlerdir, ayıp olur der yaparsın.
Hal böyleyken insan niye bir de işyerinde kendine aile yaratır ki?
İş yerleri sivil alanlar, kendini yeniden tanımladığın yerler. Birine abla veya abi dediğin anda kendini ona teslim edersin, her şeyini sorma hakkını sunarsın.
Beraber çalıştığın birine abi ya da abla dediğinde “Bir hatam olursa beni idare et”, “Bu seferlik affet, görmezden gel” dersin.
İçinde bittiğimiz kültürün bizi hasta eden bir tarafı da aile ilişkileri. Hayatını ipotek altına alan, zorunluluklar içinde kıvrandığın ilişkiler ağı. Çene çalmak için o telefon edilecek, çalan o telefon mutlaka açılacak, büyüklerin istedikleri saçmaysa bile yapılacak, istemedikleri haksa bile yapılmayacak, hiç tartışılmayacak ve küçükler az konuşacak, haksız olacak.
Aile bizi birleştiren, iyileştiren, ama bazen de rahatsız ve huzursuz eden, bizim biz olmamızı engelleyen, alanımızı daraltan, özgürlüklerimizin kısıtlandığı yerdir.
Hal böyleyken insan neden bir aileden kaçıp ötekine sığınır ki?
O kadar uzun saatler çalışıyorsun ki, beraber çalıştığın kişileri ailen biliyorsun. O kadar sevmediğin bir yere gidiyorsun ki beraber çalıştıklarının şefkatine sığınıyorsun. O kadar sevmiyorsun ki işini, hapishanede hissediyorsun ve kendine koğuş ağası seçiyorsun. İşyerinde kendine abi, abla seçmek, karşılığında özgürlüğünün anahtarını verdiğin bir yaslanma hali.
İş, bu iki hitapla sınırlı kalsa iyi. Abi, abla olan yere bir de anne veya baba gerekiyor. İşte onu da bulduğun zaman kendi topuğuna sıkıyorsun. O kişiyle çalıştığını unutunca, onu annen veya baban olarak görünce, o senin üstündeki bir çalışan olmaktan çıkıyor, seni idare ederken güden kişi haline geliyor. İdare edildiğin için güdülmeye de ses çıkarmıyorsun.
Annen ya, sana diyor ki mesela, “Öğlen kayboldun nerdeydin bakalım?”, halbuki bundan ona ne! Baban ya, soruyor, “Kızla na’ptınız akşam?” Anlatmayıp geçiştirsen de sırıtman icap ediyor. Bizim filmlerdeki babacan polis şefleri filan da bu yüzden sevilir. Bu bizim içimize işlemiş bir hal, birkaç dil konuşan dünya görmüş doçent bile der ki: “Bi seneden önce doğurmak yok!”
Yolda adres soran yaşça senden büyük kadına, adama “Şu yola sapıcan teyze”, “Kaybolmuşsun amca” deyip, hiç tanımadığın insanlarla akraba çıkmaya çalışmak da aynı kaynaktan besleniyor. Hep saygı duyacak, saygılı davranacak bir figür aramak, aslında biraz da sorumluluk almak istememek demek.
Herhalde bu yüzden cumhurun başının sigara içen vatandaşı paylaması garip değil sevimli bulunur, birinin kendini başka birinin poposunun tüyü olmaya layık görmesi mide bulandırmaz, darbenin enişteden öğrenilmesi yadırganmaz. Niyeyse büroda abi, abla edinmekle, kaldırımda yürürken edinilen teyzelerle, amcalarla bu hisler arasında ilişki kurulmaz.
Oysa çoğu ergenlikten kurtulamama ya da hiç çıkmak istememe hali.
YORUMLAR