Hiç bunu arkadaşlarınıza sordunuz mu?
Geçen hafta sonu 13 Ocak’ta şahane bir atölyeye katıldım. Dijital Topuklar’ın kurucuları Elif Doğan ve Perihan Gürer’in düzenlediği, Şule Yücebıyık’ın bizi aydınlattığı “İçindeki Marka” atölyesi… “Ben ne yapıyorum?”u sorguladığım şu dönemde ilaç gibi geldi. Dinlediklerimi, öğrendiklerimi bloğumda yazacağım ancak öncesinde size bir şey sormak istiyorum. Daha doğrusu, sizin de yapmanızı istiyorum.
Hiç yakınlarınıza “Benim hangi özelliğim sana 'vauuvv' dedirtiyor?” diye sordunuz mu? Ben dönem dönem sorarım mesela ama şu şekilde: “Beni düşündüğünde aklına ne geliyor?” diye. Diğer türlü sormamıştım. Yapmak gerekiyormuş. Şule Hanım “Şimdi mola veriyoruz ve soruyorsunuz” dediğinde arkadaşlarımı ve ağabeyimi aradım. Cevapları: “Pes etmiyorsun, yılmıyorsun mücadelecisin, bir iş çıkmaza girdiğinde bir başkasını yapıyorsun” idi… Hangi eğitimde olduğumu bildiklerinden iş ile ilgili cevap verdiler. Arkın’a da sordum. Tabii “fiziksel özellikler” dışında diye ekleyerek. Cevabı “Pratik ve hızlısın ama bazen hızlı kararların doğru olmayabiliyor” oldu.
Bozuldum. Çok bozuldum. Bunu da ona söyledim. "Sana 'vauuvv' etkisini sorarken 'ama'lı cümle kurmana gerek var mıydı?" diye sitem ettim. Devam da ettim: “İyi bir şey söylemek bu kadar mı zor? Tabii ki negatif huylarım da var ama böyle bir soruda ne gerek vardı?” Düşündüm uzun uzun. Bu, onun yapısı. İyi bir şey söyledikten sonra “ama” demek de, duygularını dile getirmemek de… Dün akşamdan beri düşünüyorum. Bir yanım “Herkes iyi şeyler söylerken o neden sonunda üzdü” diyor, diğer yanım da “Onun yapısı bu, elden bir şey gelmiyor.” diyor. Nihayetinde beni sevdiğini de biliyorum, takdir ettiğini de. Okuduğumuz okula bağlıyorum iyi bir şey söylerken kötünün de peşinden gelmesini. Sekiz sene aynı eğitimi aldık. Ben kurtuldum o huyumdan, sıra onda…
Neyse. Konu Arkın’ın cevabı değil, yakınlarımıza bunu sormak. Hem ben de daha fazla bunu düşünüp üzülmek istemiyorum açıkçası.
Biliyorum, kolay değil. Çünkü biz “Aman mütevazı ol” diye büyütülmüş bir nesiliz. Çocuklarımızın öz güveni ne kadar yüksekse bence biz bir o kadar bastırılarak büyüdük.
Eğitim öncesi tanışma sırasında eskiden Yazı İşleri Müdürü olduğumu söylerken bile utandım. Oysa o benim mesleğimdi. “'Hava atıyor' derler mi?” diye düşündüm. Tanışma faslının ardından gördüm ki herkes aynı şekilde. Pazarlama Müdürü olan müdür olduğunu söylemiyor, kitap yazan ondan söz etmiyor.
Yazık olmuş bize. Aile konusunda çok şanslı olduğumu hep söylerim de… Keşke gittiğim okullar şimdi kızımın eğitim aldığı okul gibi olsaydı.
Keşke yapamadıklarım değil, yapabildiklerim ön plana çıksaydı.
Keşke veli görüşme günlerinde sadece notlar ön planda olmasaydı.
Keşke sınav sonuçlarının yanında, bizi ön plana çıkaran yeteneklerimiz de eklenseydi karnelerimize… Belki puana, nota göre değil, yeteneklerimize göre seçim yapardık.
Ayrıca CV’nin değil de yeteneklerin konuşulduğu bir dönemde “Onca okul neden?” diye de düşünüyorum. Çocuklarımız bizden şanslı olacak, daha hızlı ve daha mutlu yol alacak. Buna can-ı gönülden inanıyorum.
Soruya dönersek... Utanmayın. Sıkılmayın. Ukalalık olarak algılamayın. Sorun arkadaşlarınıza. İnsana nasıl iyi geliyor, bir bilseniz… En daraldığınız anlarda da açıp bakın mesajlara, not ettiğiniz cevaplara.
Mesela, pes etmek üzere olduğum bu zamanlarda “Pes etmiyorsun. Mücadelecisin” sözleri bana ilaç oldu.
Eğitimi de en kısa sürede yazmak, paylaşmak istiyorum. Bana iyi geldi.
Herkese iyi gelsin…
YORUMLAR