Dağ mı su mu?

Zamanın ruhundan bize üflenen tüm iç çalışma yöntemleriyle bu dönemin kadınları - darısı erkeklerin başına- çok da seçmeden “güçlü kadın” oluverdiğimiz gerçeğine ayıldık.


“Güçlü olmak zorunda değilim!” sesleri yükseldi, terapilerde ağlandı, çocuklukla bağlantılar kuruldu, yaşından evvel büyümek zorunda kalan o canım çocuklara ağıt yaktık. Pek de iyi yaptık.

Şimdi bana sorarsanız öteki uçta takılı kalmamak için gözümüzü iyi açmalıyız.


Ben artık güçlü olmak istemiyorum anne! ucu, yaşamın tümünü geçirmek ve öldüğümüz gün içinde olmak için uygun bir yer gibi gelmiyor bana.

Hayatımın bu döneminde kendimi güçlü hissediyorum. Güçlü olmak, temize çektiğim tanımıyla, terketmem gereken değil sahip çıkmam gereken bir şey. Güçlü olmaya hakkım var. Güçlü olmam; iyi şeyler yapmama, doğruda kalmama, yaşamdaki acı için ayağa kalkan ve adım atabilen biri olmama, hayatımı çalışkanca içeriyle hizada yaşamama ve yaratıcı hayatımın akmasına yardımcı oluyor.

Öyle tutunduğum ve kendimi tanımladığım bir sıfat da değil güçlü olmak. Gücüm, niyetlerimin yakıtı oluyor. O kadar, hepsi bu.


Var mısınız sormaya, güç ne ki? Güçlü olmanın nesi yanlış?

Güç insanlık tarihi boyunca her zaman tahakküm etme ile bir tutuldu. “Gücün içinden, tahakküm etme, birileri veya bir şeyler üzerinde egemenlik sağlama çabasını çıkarın, geri neyi kalır acaba?” diye sormaya cüret ediyorum bu yazıda.

Güç, kalbi gümbür gümbür attıran, herkesten üstün olmaktan beslenen, saldırgan bir şeyden ziyade; sakin, bilgece bir anlayışa dayalı ve her bedende herkes için ulaşması mümkün bir kararlılık olabilir mi?


Azıcık geçmişe gidiyorum. Kendime dair tüm tanımlarımı bile isteye yerle bir ettiğim bir döneme…İçim yıkık dökük ve katı olan her şey buharlaşıyor. O zamana kadar yaptıklarımın tam zıddını deniyorum. Beş yaşında bir çocuğun hamuruyla oynayışı gibi oynuyorum hayatımla, tercihlerimle, alışkanlıklarımla, ilişkilerimle. Ben dediğim şeyin katı sınırlarını hamuru ezer gibi eziyorum. Denediğim şeylerden biri de güçlü olmayı bırakmak. Tüm kırılganlığıma, yaralarımın ifade bulmasına izin veriyorum. Kabuklar kalkıyor, yumuşacık ve örselenmeye müsait tüm o yumuşacık yerler şöyle bir hava alıyor.


Bu kadar geçirgen ve saydam olmak nasıl, deniyorum. Kırılganlıkla güç iki ayrı şey değilmiş, iliklerime kadar duyuyorum. Yine böyle denemelerimin birini, bir grup çalışmasında yaptıktan sonra, kendimi muhteşem hissediyorum.


Hocam soruyor:

Bu deneyimden ne öğrendin?

Kendimden emin, gözlerim dolu dolu cevaplıyorum:

Bugüne kadar dağ gibi yaşamışım ben. Güçlü, kocaman bir dağ. Etrafında olup bitenden etkilenmeden orda öylece durmayı bilen. Kendisi için önemli olandan hiç bir şekilde vazgeçmeyen. Şimdi, burada, ilk kez gerçekten su gibi olmayı deneyimledim. Etrafımı saran insanlarla ayrı değil, bir hissettim. Onlardan bana akan bir şey var…Bu his çok güzel…Güçlü olmamak çok güzel! Dağ olmak çok yalnızdı, ben artık su gibi yaşamaya devam etmek, insanlara, tüm varoluşa karışmak istiyorum!

Hocam bu noktada gözlerimin içine bakıp “No no no Sema” diyor.


Çok güzel şeyler söyledim, gözlerim dolu dolu, kalbimi hissediyorum, tüm kırılganlığımla şu anda kendimi çok iyi hissediyorum, neye No diyor bu bilge kadın yahu?

Hafif şaşkın, can kulağıyla dinliyorum:

Sen dağ gibi olmayı çok iyi biliyorsun.

Biraz duruyor. Sessizlik.


Su gibi olmanın çok hoşuna gittiğini görebiliyorum, bunun tadını da istediğin kadar çıkar. Ama unutma sen sadece su değilsin, bazen olmayı çok iyi bildiğin o dağı olmak senin çok işine yarayacak. Senin tercihin, dilerim gerçek gücü seçersin: Yani dilediğinde dağ gibi, ihtiyacın olduğunda da su gibi olmayı.


O an hiç de dağ olasım yok. Ama dediğini duydum. Duymamış gibi yapmayacağım. İçimde karşılığı var bu sözlerinin. Neyse ki dağ olmak da öyle kolay kolay unutulmuyor. Günü gelince hatırlıyorum bu anı. Gücüme, dayanıklılığıma sahip çıkıyorum.


Hep bir dağ gibi düşünüp, davranıp, hissedip, olurken; su gibi de olabileceğini ilk kez keşfetmek çoğu insan için çok güçlü bir deneyim. Bunu, sonradan hikayelerine eşlik ettiğim insanlarda tekrar tekrar izliyorum. Bu güç mü? Evet, hem de nasıl!


Asıl güç ise bir kaç durak sonra, farklı halleri tek tek deneyip, keşfedip her birine dengeli bir zaman ve efor yatırımı yaptıktan sonra geliyor: Koşulları değerlendirebilen esnek ve duru bir zihinle, o anki koşullar neyi gerektiriyorsa repertuarından öyle olmayı çıkarabiliyorsun.


Bu apayrı bir yazı konusu ancak, öğrencisi olduğum Zen ekolünde insan olmaya dair beş güç var. Bunlar; dogmatik olmayan, deneyimlediğin kadarıyla, bir inanç. Doğru çaba. Farkında olmak, daha doğrusu anımsamak. Konsantrasyon. İçgörü, bir bakıma sezgi yani. İç çalışma yolcusu bu beş gücü çalışıyor. Güçlü olmamayı değil, doğru gücü çalışıyor. Ben de bunları çalışıyorum.


Böyle güçler geliştirme yolu nasıl bir yol olurdu? Ezberlerin ötesinde senin için neler mümkün? Bu beş güç de süper güç değil de nedir? Senin sana has süper gücün ne?


Yaşa ve gör, tam.


Güçlü olmanızı, güçlü hissetmenizi ve gücünüzün yaşama dokunmanıza yakıt olmasını dilerim. Şu sıra, yolun, sonuna kadar kırılganlığı ve yumuşacıklığı deneyimlediğiniz durağındaysanız, oranın hakkını sonuna kadar verin, dilerim. Beni değil, içinizi dinleyin.


Çünkü içiniz bilir,

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,

Her gün bir yere konmak ne güzel

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.