Parası iyi olsa bebek bakar mısın?

İnsanlar hariç herhalde tüm canlılar, hava aydınlanmaya başladığı an uyanıyor. Aslında bu önermedeki “insanlar” topluluğundan “bebekleri” ayrı tutabiliriz; çünkü bebekler de sabahın ilk ışıklarıyla beraber hemen ayağa dikiliyor.


Merak ediyorum, acaba nasıl bir an gelecek de Can efendi tatlı uykusundan uyanmamak için ayak direyecek? Saat 06.00’da uyanmanın gereği ne? Bak ne güzel yorganın altı, azıcık daha uyusak ya güzel oğlum… Bir de uyanmak deyince, hani sabah mahmurluğu olur ya, bizimkinde o da yok artık; televizyonu kapatıp açmışsın gibi, uyuyor ve uyandığında son derece dinç, meraklı ve cazgır oluyor.


Evim bir kıtada, işim öbür kıtada; hele ki yağışlı mevsimde İstanbul trafiğini de hesaba katınca, sabah çok erken kalkmak bir mecburiyet. Ama yine de Can’ın uyanma saati hem benimkinden hem de Selin’in uyanma saatinden önceye denk geliyor. Can efendi bir süredir gece uykusuna kendi odası ve kendi yatağında başlasa da, gece beslenmelerinden birinde yanımıza geliyor ve sabahı birlikte karşılıyoruz. Daha doğrusu o sabahı karşılıyor, bizi de kimi kafamızı ısırmaya çalışarak (o iki dişcik benim koca kafamla kaşınabilir mi, a benim kurnaz oğlum), kimi üstümüzden aşıp yataktan inmeye çalışarak, kimi de yatakta tek başına sıkıldığından olsa gerek “eehhh uyanın be” anlamına gelen söylenmelerle “güne sımsıcak bir merhaba demeye” çağırıyor. Elbette hafta içlerinde o sımsıcak merhaba olmuyor, hele ki benim gibi sabah huysuzu biri için… Hafta sonları içinse evet, yataktan hemen çıkmamak için yatakta yuvarlanmaca, birbirimizin kolunu bacağını ısırmaca, itişmek, Can’ın kafa göz dalarak bize sevgisini sunması gibi aksiyonlarla karşılıyoruz sabahı. En azından daha güleryüzlü oluyoruz.


Önce ben, sonra Selin’in evden çıkmasıyla birlikte Can, anneannesiyle baş başa kalıyor. Tabii torunu sevmek başka, o toruna bakmak ve onunla mücadele etmek bambaşka… İlk hafta anneanne için zordu. Kayınvalidem ben evdeyken kimi zaman kısa süreli Can’a bakmış olsa da tam zamanlı bir mesai, hele ki Can gibi hareketli bir çocukla gerçekten zorlayıcı oluyor. Bugün bir arkadaşım, Can’da kazandığım deneyime atıfla, “Parası iyi olsa bebek bakmak istemez misin?” diye sordu. Yanıt çok net: Hayır. Çünkü zaman geliyor, insan kendi evladına bile tahammülde zorlanıyor. O yüzden, daha önce de söylemiştim, paraya ihtiyacımız olmasa insanın kendi evladıyla vakit geçirmesi dünyanın en güzel işi, amma velakin o işte bile zorlandığınız, of püf dediğiniz anlar oluyor, yalan değil…


Bu noktada, “erken yaşta çocuk sahibi olma” konusunda da bir şeyler söylemek istiyorum. Ben 38 yaşındayım. Daha gencim yani… Ama 38 yaşında da olsam, kucağımda 10 kiloluk Can’a en fazla bir saat; koşar adım emekleyen Can’ın peşinde yarım saat; nedeni ne olursa olsun ağlama krizine girmiş Can’a ise 15 dakika sabredebiliyorum. Dolayısıyla, anası babası olarak bizlerin bile pestilini çıkaran Can, anneannesine neler ediyordur bilemiyorum. En son, “Acaba tekerlekli bir mama sandalyesi mi alsak, işim çok kolaylaşırdı” diyordu kayınvalidem, anlayın artık siz.


Eh, en azından anneannesiyle birlikte çocuğumuz, bir süre sonra babaannesi gelir biraz da o bakar, bir süre böyle idare edeceğiz. Ama günün birinde bir bakıcı yardımına da ihtiyaç duyacağız herhalde. O zaman ne halt edeceğimizi ise hiç bilmiyorum, hele ki medyada okuduğumuz “kötü niyetli bakıcı” hikâyelerinden sonra… Ah, aslında en doğrusu her çocuğun annesi ile büyümesi ama işte o da şimdilik zor. Bakacağız artık bir çaresine…


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.