Evde bebek bakan babanın maceraları - 5
- Can, öyle oynanmaz ki oğlum, bak şöyle yapabilirsin istersen!
- Hadi kutuya koyalım oyuncaklarını. Hayır, dur, vuralım demedim koyalım dedim!
- Oğlum amma salladın yatağını… Selin bak söylüyorum, üç güne elimizde kalacak bu yatak!
- Bu koltuk nasıl bu hale geldi? Ya istesem ben yırtamam bunu!
- Yuh, nasıl kırmış onu?
- Vurma oğlum artık, yemin ediyorum ben vurup parçalayacağım az sonra!
Diyaloglar, erkek çocuk büyütenlere tanıdık geldi değil mi? Büyüme serüveninde bir an geliyor, sadece dişini damağını kaşıdığı ya da elinde kontrolsüzce salladığı bir objenin, aslında diğer bir obje ile temas ettirildiğinde hem ses çıkardığını hem de “şanslıysa” objenin form değiştirerek başka “objelere” dönüşebileceğini fark ediyor, yaramazlar.
Bizimki o çağa bir girdi pir girdi…
Uzmanlar bu çağın dokuzuncu aydan itibaren başlayacağını söylese de Can, birkaç aydır, herhalde altıncı aydan bu yana, vur, kır, parçala dönemini yaşıyor. Bazen öyle aksiyonlar oluyor ki, isteseniz siz beceremezsiniz yani.
Örneğin Can, yemek yerken eline tutuşturduğumuz tahta kaşıkların her birinde bir hasar bırakıyor. Zavallı kaşıklar ya masaya vurulmaktan ya da Can’ın elinden mutfağın bir köşesine uçmaktan bitap düşmüş durumda. Geçenlerde aynı anda hem bir tahta kaşığı hem de plastik yumurta çırpıcısını ikiye bölmeyi başardı; herhalde bu şekilde daha efektif kullanılabileceklerini düşündü kerata.
Beni benden alan iki hasarı daha sizlerle paylaşmalıyım ki durumun vahametini daha iyi anlatabileyim.
Can, henüz yedi aylıkken, ünlü bir markanın köpükten imal edilmiş bebek koltuğunu parçalamayı başardı. Ama isteseniz siz o hale getiremezsiniz emin olun. Elbette durumu üreticiye izah edemedik; ne yazık ki ülkemizde standartlaşan “kullanıcı hatası” geri dönüşünü aldık ama biz zaten kullanıcı hatası olduğunu biliyoruz. Buradaki sıkıntı, kullanıcının yedi aylık bir bebek olması! Yani yedi aylık Can, nasıl oldu da o koltuğu parçaladı hala anlamış değilim…
Buna eyvallah dedik ama yazının başındaki diyaloglardan biri de birkaç gün önce gerçeğe dönüşünce, “eyvah” dedim, “yandık ki ne yandık.”
Can’ın yatak odamızdaki park yatağı, yine Can marifetiyle artık kullanılamaz durumda. Aslında kullanılabilir ama Can’ı artık o yatakta tek başına bırakmak ne kadar güvenilir o tartışmalı… Şöyle ki; ebeveynler bilir, park yatak dediğimiz zerzevat kolay kurulum ve katlanması için özel bir kilit mekanizmasına sahiptir ve uzun kenarlardaki kilitler açıldığında yatak kolayca içe doğru katlanır. Bu kilit mekanizmaları öyle kolay açılacak şeyler de değil, kendimden biliyorum, açmak için zahmetli ve dikkatli bir yöntem gerekiyor. İşte o mekanizmalardan biri, Can’ın sihirli, daha doğrusu ısrarlı ellerinde “kırılıverdi.” Durumun nedenini anlamak için kilit mekanizmasını incelediğimde, kilidi kapalı tutmaya yarayan metal perçinlerden birinin kırılmış olduğunu ve artık sistemin bu nedenle olması gerektiği gibi çalışmadığını gördüm. Herhalde, Can’ın azgın sabah sporu diye bahsettiğim ve yatağı ileri geri sallamaktan ibaret olan aksiyon, kilit mekanizmasını bir şekilde yıprattı. Şimdi ben bunu üreticiye nasıl izah edebilirim, biri bana söyleyebilir mi? Siz üretici olsanız, dokuz aylık bir bebeğin metal bir kilidi parçaladığına inanır mısınız?
Güvenlik Zirvesi’ni “acil” toplantıya çağırıyorum!
Can, altıncı aydan bu yana emekliyor, herhalde yedinci aydan bu yana da sıralıyor. Artık tek elini tutarak yaptığımız yürüme seanslarında dengesini daha iyi sağlıyor, hatta üç beş adımlık bağımsız yürüyüşlerini de sıklıkla izlemeye başladık. Bu, elbette çok sevindirici, hatta sevinçten ağlatıcı bir gelişme. Ama diğer yandan, evde güvenlik zirvesini de yeniden toplamamız gerektiğinin bir işareti.
Gün içinde çoğunlukla salonda vakit geçirdiğimiz için, uzun süredir salondaki ve Can’ın yürüme antrenmanlarında kullandığı güzergâh üzerindeki tüm köşeleri, sivri çıkıntıları sünger koruyucularla kapatmıştık. Şimdi Can, daha fazla alana hakim olacağı için bu süngerleme operasyonuna hız vermemiz gerekiyor. Yine, Selin’in zırt pırt hatırlattığı ama benim ertelediğim, televizyonun duvara montajlanması operasyonuna da bir gün ayırmam lazım. Cicitürk kutusundansa artık umudumu kestim zaten, günde 15-20 şaplak darbesine daha ne kadar dayanır bilemem…
Ez cümle, Can büyüdükçe benim görev tanımım da güncellenecek herhalde. Artık bebek bakıcısı baba değil de tehlike savuşturucu baba olacağım sanıyorum. Bu da daha çok yorulacağım, muhtemeldir ki kendime daha çok kızacağım, sadece Can’ı değil köşe bucağı da kontrol edeceğim ve Can’ın üç adım öncesini tahmin etmeye çalışacağım anlamına geliyor.
Yıllar önce, çok sevdiğim bir ağabeyim ve ablamın oğulları Denizhan’a “Bak şöyle oynayacaksın, ördeği şöyle vurursan daha çok eğlenirsin” dediğimi anımsıyorum ve Asena Abla'nın gözlerinin belermesini çok daha iyi anlıyorum. Abla, çok özür dilerim.
YORUMLAR