Evde bebek bakan babanın maceraları - 6
İnsan bu kadar zaman işsiz kalınca, işe başladığına sevinmez mi?
Ben sevinmedim, sevindim ama sevindiğim kadar da üzgünüm aslında. Doğruya doğru, Selin “Burnumun direği sızlıyor, çok özlüyorum” dediğinde ne demek istediğini anlamamışım meğer. Şimdi çok çok iyi anlıyorum.
Evet, eve ekmek getiren baba olmak istiyordum, şimdi bir iş sahibi oldum. Ne mutlu bana. Tam da Can sosyal bir birey olmaya, agu guguca da olsa muhabbet etmeye başlamışken… Ne yazık ki insan aynı anda her şeye sahip olamıyor. Eve ekmek getirmek, evladınızı daha az görmek anlamına da geliyor. Ne saçma, yıllarca çocuk özlemi çek, sonra da ona iyi bir gelecek hazırlamak amacıyla çocuğunu daha az görmeyi gönüllü olarak kabul et. Ben böyle sistemin…
Can, artık 10 aylık. Zaman ne çabuk geçiyor. Hani diyorlar ya, bebeklerin karakteri çok erken yaşta oturmaya başlıyor, işte o gerçekten doğruymuş. Can da dünyaya daha çok ilgi gösterdikçe, çevresiyle daha çok iletişim kurdukça, öğrendikçe, deneyimledikçe kendine özgü bir karakter geliştiriyor. Basit bir örnek vereyim; 10 aylık bir bebek yemek seçer mi? Bizimki seçiyor. En sevdiği şeylerden biri kefir, evde kendimiz yapıyoruz ve Can da bayıla bayıla içiyor. Ama mesela taze fasulyeyi reddettiği anlarda önce kefiri gösteriyor, sonra çaktırmadan, ağzını hazır açmışken fasulyeyi yedirmeye çalışıyoruz. Fakat bizimkisi, yan gözüyle kaşığı fark ederse, hoop kafayı öbür yöne çeviriveriyor. Ya da bazen, biri sevdiği biri sevmediği iki yemek varsa sofrasında, her seferinde sevmediği yemeği ayırt ediyor ve kaşıkta o yemeği görür görmez mızıldanmaya başlıyor. Elinde ekmek olsun, salatalık olsun ya da zeytin kemiriyor olsun fark etmiyor. Yandan yandan ağzına yaklaşan “kötü kaşığı” fark ettiği anda, ı-ıh… Can’ı her seferinde kandırıp, yemeğini yedirebilen tek kişi oldu bugüne kadar, o da teyzoşu Deniz… Ama Deniz’in sağlam bir yeteneği var, Can’ın karşısında öyle acayip figürlerle devasa bir dans performansı sergiliyor ki, garibim Can ağzı bir karış açık izlediği için, ne yediğini anlamadan tüm yemeği rahatça yedirebiliyoruz.
Benzer şekilde, Can, artık azarlama sözlerini de ayırt etmeye başladı. Öf deseniz, başını önüne eğiyor… İnsan böyle bir Can’ı bırakıp, nasıl işe gitsin şimdi?
Diğer yandan, Can’ın daha çok ayakta durması, daha aktif olması, daha meraklı ve ilgili olması, elbette daha çok yorulmamız anlamına da geliyor. Bazen oyun halısından çıkmak ve odaları dolaşmak için öyle güçlü bir istek sergiliyor ki, eğer izin vermez ve oyun halısı içinde kalmak istersek, çok fena cezalandırılıyoruz Can tarafından. Kerata bir ağlamaya başlıyor, susturmak ne mümkün. Yalandan ağladığı elbette belli ama artık o yalancı ağlamada bile içini çeke çeke ağlamayı çözmüş sıpa. Üstelik bu tip bir ağlama seansı, zamanında müdahale edilmezse, nedeni belirsiz ağlamaya dönüşüyor ki o çok tehlikeli. Çünkü bu sefer, istediğini yapsanız, örneğin “bırakalım gezsin” deseniz dahi sonlanmıyor; kucağa alıyorsunuz bitmiyor. Bitmiyor da bitmiyor anam… Çok çileli bir şey anlayacağınız. Beyefendinin ilgisini çekecek ve ağlamayı unutmasını sağlayacak bir şeyler bulmak için “saçmalama” yeteneğinizin kuvvetli olması lazım…
Bir haftadır yeni işime gidip geliyorum; “sabah kahvaltısı muharebesinden”, “uykum var ama uyumayacağım ağlamasından”, “süt mü, içmem o sütü" mızıldanmalarından artık muafım. Amma velakin Can’ı tahmin ettiğimden çok özlüyorum. Can, annesi çalışmaya başladığından bu yana, istisnasız her akşam annesini özel bir ilgiyle karşılıyor: Bir heyecan, bir gülücükler, şımarmalar, anlatamam… Sandım ki bana da aynısını yapacak ama yapmadı. Demek ki anne baba ayrımına da yaklaşıyor çocuk. Hani erkek çocuk anneye, kız çocuk babaya düşkün olur ya. Herhalde öyle bir şey Can’ın bana yaptığı. Üzülmedim dersem yalan olur ama büyütmedim de, ne yapalım, bizim çanağımıza düşen ekmek de bu kadar olacak demek ki.
YORUMLAR