Bir bilgelik hikayesi

M.Ö. 400 yılında insanların, mavinin en güzel tonlarındaki bir denizi tam tepeden karşılarına alıp bu olağanüstü manzarada bir tiyatro inşa etmiş olmalarına hayret, imrenme ve hayranlık karışımı duygularla bakmamıza sebep olan bir ‘medeniyet’te yaşıyor olmak ne acıklı! Nicelikte ilerlemiş ama nitelikte geri kalmış bir medeniyet! Ege’nin adımımı attığım her toprağında yüzyıllar öncesinden beridir sanata ve kültüre olan düşkünlük çarpıyor suratıma. Bin yıl ötesinden kalmış kültür kalıntılarının izleriyle mutlu oluyorum.


Sabahın erken saatlerinden gün kararana kadar süren bir günlük kısa bir civar turu, yine körüklüyor içimdeki yara almış tüm coşkuları. Ne zaman ihtiyacım olsa kendimi yollara vurmak eldeki en temiz çözüm oluyor, hele de o yolların ucu daha çok ağaca, denize, toprağa, hayvana, kültüre, sanata ve daha az insana çıkıyorsa. İnsanın da tek kabahati fazla kalabalıklaşmak aslında. Azda kalan özde kalmayı da başarıyor.


Marmaris’in semalarında kurulmuş antik bir kent, onun içindeki anfi tiyatro kalıntıları, Turgut Köyü’ndeki piramit, iki teker üstü oksijen takviyeli yolculuk, baharla birlikte kendini yollara vurmuş onlarca kaplumbağa ile selamlaşma, ucu hep denize bağlanan yollar, oynaşan keçileri gördükçe verdiğim tepkilerle içimden çıkan biraz karta kaçmış Heidi coşkusu, çocukluğumuzun salçalı kaşarlı tostlarına nostaljik bir selam çakış, tırmanma, inme, yürüme ve bol bol fotoğraf dolu bir günün uzun hikayesi aslında bu. Ama ben bu yazdığım durakların hiçbirine uğramayacağım bu yazıda. Sadece bir ağaçtan bahsetmek istiyorum. 1880 yıllık kadim bir dosttan…


Buralarda (aslında belki her yerde) gezmenin en güzel yolu anayoldan sapıp kaybolmak. Güzel olan bir çok şeyin ayrıntılarda gizli olması gibi ara yollar, patikalar, sokaklar saklıyor nice gizi, bulmak isteyene, kaybolmak isteyene… Biz kaybolmadık gerçi. Arkadaşım beni götürdüğü her yeri çok iyi biliyor olsa da kaybolmaya övgü düzmemin sebebi, hiçbirinin anayolun üzerinde olmamasıydı.


Bayır Köyü, Marmaris’in en güzel köylerinden biri. Motorla köyün meydanına girer girmez tüm duyu organlarımdan “vay canına” minvalinde tepkiler yükseldi ki bunun tek bir sebebi vardı: köyün meydanını tüm haşmetiyle kaplayan dev çınar ağacı. Köyün tam ortasında bir koruma abidesi gibi yükselmiş, çok geniş bir alana yayılmış dallarıyla sanki herkesi kucaklamak ister gibiydi. Böyle haşmetli bir doğa parçasının hikayesi olmaması da mümkün değildi elbet. Biraz yaklaşınca öğrendim ki, tam 1880 yıllık bu çınar ezelden beri civardaki tüm yerleşimlerin uğuru olarak kabul ediliyor ve etrafında dolanan insanların çok daha mutlu ve uzun bir ömür yaşadıklarına inanılıyormuş. Etrafında dolaşmaktan mı bilmem ama bir şekilde onun yakınında olmanın yaydığı bir huzur ve mutluluk enerjisi olduğuna yemin edebilirim. 1880 yılda biriktirdiği yaşam gücünü bir saniye olsun durup düşünür müsünüz?


Bir gün yolunuz düşerse altında bir yarım saatliğine olsun oturup güleryüzlü Bayır Köyü insanlarının elinden bir kahve içmeden, kendi yapıp sattıkları lezzet bombası tuzlu fıstıklardan yemeden, tabiatta görüp görebileceğiniz bütün renkleri içinize çekmeden ve bir kez olsun ağaca dokunmadan dönmeyin. Dönmeyin ki bu kadim dostu hiç unutmayın. Ama daha da çok o sizi unutmasın. İki bin yıla uzanan uzun tarihine sizden de bir dokunuş eklesin. Böylesi bir yaşam sürmeyi başaran bir ağacın en büyük meziyeti sevgiyi unutmamak olsa gerek.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.