Sosyal medya girdabı
Bu zamanda hiçbir mecrada sosyal medya hesabı olmayan insanlara pembe gözlüklerin ardından bakar oldum. Her geçen gün cılkı çıkmakta olan bir yapının kirinden pasından kendilerini uzak tutabildikleri için. Nimetlerinden uzak kalmaksa artık kesinlikle baş edilebilecek ağırlıkta bir ‘sorun’.
Geçen hafta içinde bir gece bütün işlerimi bitirip kendimi, bu aralar nadir esen rüzgara doğru koltuğa bıraktığımda elime telefonu almak gibi bir hata yaptım yine. Böyle anlarda kitabıma doğru değil de telefona doğru uzandığımda hep hata yapmış olmanın pişmanlığıyla bırakıyorum en sonunda kendisini elimden. Peki madem hep öyle, bile bile mi lades denir? İşte bazen hayatımda artık televizyon da olmadığı için tüm gün haber almamış olmanın hissiyle giriyorum hala sosyal medyaya. Her seferinde de doğru bilgiyi almış ama ziyadesiyle çamura bulanmış olarak çıkıyorum.
O akşam da aldım telefonu elime ve Twitter’a girdim. Ekranı kaydırıp Tweet’leri okurken bir hesap o akşamki eğlencesinden bahsediyordu, hemen altında da başka bir hesap işkence edilen bir insanın fotoğrafının da olduğu bir tweet atmıştı. İkisini de aynı tepkiyle, daha doğrusu aynı tepkisizlikle okudum geçtim ve hemen arkasından bir an için dondum kaldım. Kendi tepkisizliğim dondurdu beni. Bir zamanlar gördüğümde, duyduğumda, hakkında yazılar/kitaplar okuduğumda kanım donan işkence, zulüm, haksızlık meseleleriyle ilgili bir şeye artık duyarsız kalabilme halim ürküttü beni.
İnsanlık artık böyle bir acıyı, şiddeti normalleştirme projesinin denekleri olarak korkunç bir sınavdan geçiyor. İnsanlığımız sınanıyor. Ama bence bu sınavdan sistemin içinde kalarak temiz çıkmanın yolu yok. Bu yaşadığım durumu ve aslında hepimizin halini anlattığım bir arkadaşım “bana sosyal medyanın kaybettirdiği en birinci şeylerden biri ağlama hissimdir” dedi. “Eskiden ağlayarak tepki verdiğim acılara artık gözümden bir damla yaş akmıyor.” Hayatın hem eğlenceli hem korkunç taraflarını böyle alt alta okuya okuya ağlamayı unuttuğumuz kadar gülmeyi de unutuyoruz aslında.
Şöyle bir an için her şeyin bir telefon ekranında değil de gözünüzün önünde canlı olarak yaşandığını düşünsenize. Sağ yanınızda bir masa, vur patlasın çal oynasın, kahkahalar, yemekler, sohbetler gırla gidiyor; sol yanınızdaysa adamın biri karısını bilmem kaç yerinden bıçaklayarak öldürüyor. İkisinin de aynı anda en canlı şahidisiniz. Artık hepimizin şu anki hali, eğlenceden mutluluk duymadan, vahşetten de acı duymadan tepkisiz yüzlerle dümdüz yürüyüp gitmek. Hissiz, duygusuz, gerçekten sevinmeden, gerçekten üzülmeden yaşayıp gidiyoruz o mecralarda.
İşte bu yüzden Facebook’ta ve Instagram’da da kocaman gülümsemelerle çekilen kahve keyifi, balkon keyfi, akşam keyfi fotoğraflarının çoğu sahte. Bir araya gelip sohbet etmek yetiyor bunu anlamak için. Fotoğraflarına bakarsan keyif denizinde yüzmesi gereken insanların kelamlarından ağırlıklarınca mutsuzluk akıyor. Çünkü böyle böyle içimiz boşaldı. Duyguların kalbe ulaşmasını sağlayacak kadar durmuyor bünyede bilgiler.
Görünen o ki akıllı telefonlar akıllı olduğu söylenen insanın insanlığını yendi. Ama yine de son kale (insan) düşmeden umut vardır demek istiyor bendeki umut. Lakin o da hep fakirin ekmeği. İnsanı bilmem ama bu gidişle insanlık bir sabah uyandığında kendini böcek olarak bile bulamayacak.
YORUMLAR