Hayat siyasetten büyüktür
“Öyküler ancak onları anlatabilecek olanların başından geçer demişti biri bir gün: Aynı şekilde belki yaşantılar da onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini.” der Paul Auster Kilitli Oda’da.
Bir Kasım akşamı kendimi mutsuz ve çok umutsuz hissettiğim o anlarda yine en çok yaptığım şeyi yaptım, sevdiğim kitapları karıştırdım. Paul Auster’ın harika romanından bu satırlar o geceden… Çoğunluğun bir parçası değiliz belki ama hala vicdanla, merhametle, insanlıkla, sanatla, doğayla, dostlarla, sofralarla, rakıyla, şarapla, sohbetle, hayata değer katarak yaşayabilenlerin saflarındayız diye düşündüm. Bu da az şey değil şu hayatta.
“Yaşantılar onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini.” Ne doğru bir ifade! Kul, köle olmadan, biat etmeden, ömrünü kendini özgür iradesiyle sürdüren insanların eylemidir yaşamak. Gerisi sadece nefes almak…
Paydasını “yaşamak”ta birleştirenlerin yapabileceği hala çok şey var. Bir şeyleri kurtarmak, düzeltmek için değil, yaşamak için, yaşama değer katmak için… Ne demişti Küçük Ağaç’ın Eğitimi’nde büyükanne? “İyi bir şeyle karşılaştığın zaman yapman gereken ilk şey, bulabildiğin insanla onu paylaşmaktır; bu şekilde iyilik öyle bir yayılır ki nereye gittiğini bilemezsin.”
Bu kitabı çoğaltıp bir dolu insana hediye etmek mesela. Yaşar Kemal okumak ve okutmak… Dünyanın en iyisini de, en kötüsünü de görmek için Yaşar Kemal okumak… Doğanın öğrencisi olmak, en çok onun için örgütlenmek… Üretmek… Sadece para kazanmak için değil, sanat üretmek, bilimin peşinde olmak, yazmak, söylemek, okumak, dinlemek, paylaşmak… Kötü olan ne varsa, hepsine rağmen üstelik.
Hayat çoğu zaman hokus pokus yapmıyor, sevmediklerimizi bir kalemde yok etmiyor. Ve dünya hiçbir zaman pirüpak bir yer değildi, hiç de olmayacak. Bu korkunç politik sistem her birimizi önceden planlanmış senaryoların piyonları yapıyor olabilir ama yaşamlarımız bizim.
Madem Yaşar Kemal dedim, yine bir Yaşar Kemal önerisi yaparak bitireyim bu yazıyı. Anadolu, Yaşar Kemal gibi bir anlatıcısı olduğu için çok şanslı, daha pek çok konuda şanssız olmasına rağmen. Binboğalar Efsanesi, yörüklerin yok oluşuna yakılmış bir ağıt; sadece bir kültürün değil, onunla birlikte insanlığın da kaybettiklerinin hikayesi…
Çukurova, mekan olduğu Yaşar Kemal romanlarında başlı başına bir karakter gibi. Her taşını, suyunu, otunu, çakılını ezberletircesine betimleyen bir kalem o. Binboğalar Efsanesi, her bir karakterle yeni bir masala başlayıp hikayeleri öre öre sona ulaşıyor.
Anadolu yüzyıllar boyu kimbilir kaç kültüre mezar olmuş, hala da olmaya devam ediyor. Ama neyse ki bu kültürleri ve onların hikayelerini kaleme alarak ölümsüzleştiren böyle olağanüstü kalemler var. Paul Auster’ın dediği gibi öyküler onları anlatabilecek, yaşamlar onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini.
YORUMLAR