Vasatın askerleriyiz
Sokaktan sesler geliyor. Kavga var sanıp cama koşuyorum. Kavgayı sevdiğimden değil, bıçaklamalı yaralamalı bir şeye dönerse elim telefonda. "Alo 911 mi? Beyefendi gençler kapışıyor."
Gerçi bana ne tabii ki de işte bütün bu Amerikan malı diziler yüzünden hep. İnsan kısırın bile tarifini 911 verir sanıyor. Nar ekşisi yoksa ne yapsın 911!
Meğer sohbet ediyorlarmış. İki tane adam. Bol fuck’lı. Hayat dizi olsa, "Lanet olsun dostum" parantezinde dururlar. Dönüp kahvemi tazeliyorum. Tam da bizim apartmanın girişindeler. Karşı apartmandan bir kadın daha kafasını uzatıyor. İkimiz camda, aşağıda da ikisi. Dördümüz otursak okeye, kırmızı-siyah, alsam dolarlarını. Nerden düştüm bir anda okey masasına?
Aşağıdalar hâlâ. İkisi birer sigara yakıyor. Belli muhabbet uzayacak. Biri öbürüne çok sakin ama çok yüksek sesle: "Vasatsın oğlum" diyor. "Vasatsın." "Ben mi vasatım?" diyor öbürü. "Evet sen vasatsın, hayatın vasat, karına kötü davranıyorsun, çocuklarına iyi bir baba değilsin, iyi bir kardeş bile değilsin. Neyi iyi yapıyorsun? Çok iyi çöp mü döküyorsun? Çöpleri bile karına boşalttırıyorsun. Oğlum, aile yemeğine gelemediniz kavga etmekten…"
Anlıyorum. Kardeşler. Başka dört kardeşlerinin daha olduğunu, analarını babalarını alıp Ecuador’dan buraya taşındıklarını, karşı apartmanın kapıcıları olduklarını birkaç gün sonra öğreneceğim. Bir sigara da ben yakıyorum. İçeri geçiyorum.
Bana biri "vasatsın dostum" dese, gözyaşlarımdan şehirler yıkanır, öyle bir ağlarım ki, ağlayarak uyuyan bütün küçük çocuklar susar beni seyreder. Ya da "Brandon Lee gibi uçan tekmeyi koyardım ağzının ortasına" diyorum. O derece iddialıyım.
Ama kabul etmem gerek.
Belki biz de gol yollarında çok etkili olmadığımızdandır, vasat hayatlarımız var bizim. Şık profil fotolarımızın altına gizlediğimiz vasat kimliklerimiz, vasat arkadaşlıklarımız, vasat sohbetlerimiz var. İtimadımız kendimize. Her sohbetin sonu aynı cümleyle: "Haftaya bir görüşsek ya, tamam anlaştık, haftaya haberleşiyoruz." Yalan. O hafta gelmiyor. Gelmeyecek de.
Çünkü saklanıyoruz. Bir garip artık dertleşmelerimiz. Halbuki iyiydik eskiden, hani hiçbir şeyimizi saklamazdık? "Saklamanın faizi iyiymiş" diye bir dedikodu yayılmış gibi, herkes her şeyini saklıyor. Bir gün bozdurup bozdurup, tüm bu sakladıklarımızı harcayacağız.
Vasat oyuncularız. Hepimiz bir kenarda maça girmeyi bekliyor. Isınıyormuş gibi yapıyoruz, maça girsek iki vasat hareket yapıp çıkacağız. İkinci yarı hoca bir iki değişiklik yapacak, arka direğe astığımız top ağlarla buluşacak sanıyoruz. Buluşmayacak. O beklediğimiz pas gelmeyecek. Belki de bizi hiçbir tribün alkışlamaycak. Vasat maçlar seyredip, vasat yorumcuların vasat buldukları futbolcuları konuşuyoruz. Ha diyeceksin sonunda ne oluyor? Ne olacak, top dönüyor, yine Almanlar kazanıyor.
Vasat sofralarda misafir ağırlayıp, vasat hayatlarımıza dantelden kenar süsleri yapıyoruz. Sigaralar balkonda içiliyor artık. O çocukların yanında her şeyin konuşulduğu, memleketin kurtarıldığı masalar yok artık. Çocuklar uyusun da balkona çıkarız yine. Balkonlu ev de yok ki artık. Pimapenli misafirlikler. "İş" diyorsun, "Boşver işi aşk" diyorlar, "Aşk" diyorsun, "Boşver aşkı iş" diyorlar. Vasat evliliklerimiz var, vasat aşklarımız. Bekâr olana bütün adaylar vasat, evli olana bütün hayatlar kredi taksidi. Çocuklar ışıklı ayakkabı ister. Herkes başka biriyle banyoyu paylaşmak istemiş de, cevapları kaydırınca ikinci tercihi olmuş gibi.
"En iyisi susmak" diyorsun. Tabağına tık tık çatalını vuruyorsun. Zaten tabakları da birazdan toplarsınız, örtüyü silkelersiniz, biter gider. "Yememişsin amerikan salatanı" diyorlar. Çok mayonezliydi diyemiyorsun. Mayonezli herhangi bir şeye güvenilir mi bu hayatta?
İkinci, üçüncü dubleden sonra şarkılardan fal tutardık. Üçüncü dubleden sonra çay gelirdi masaya, artık demini almıyor hiçbir dostluk. O buzu musluk suyundan doldurup yapıyorlar ya o tadımızı kaçıran. O kesat sofralarda seyrettiğimiz vasat filmleri, dinlediğimiz vasat müzikleri anlatıyoruz. "Eh"diyoruz. "İlk albümü güzeldi bu adamın." "Bu adamın da ilk filmi iyiydi, sonradan bozdu."
Sonra biri sohbetin son virajlarında ev almaktan bahsediyor. Birisi "Oğlum seninki de Monopoly gibi hayat" diyor. "Yok be oğlum, yatırım olsun, ileride yaşlanınca" diyor. Kira gelecekmiş. Biri kalkıp Monopoly tahtasına bakıyor. "Biz çocukken Haydarpaşa’nın kirası 2 bin 500 liraymış, ipotek değeri de 10 bin liraymış" diyor. Sonra sen de eve dönünce, "Şimdi Haydarpaşa’dan tren bile kalkmıyor. Vasatlığı git de trenlere sor" yazıyorsun.
YORUMLAR