Talimatla gelmez baharlar

Bir minübüsüm olsaydı yazdırırdım.

‘Bahar dediğin memur değil, ne zaman isterse o zaman gelir, talimatla gelmez baharlar.’ Hayal bu ya, yanımda da jilet gibi muavinim, adı Ali olsa, arada benden minibüsü istese, ‘Abla, bir iki saat bi’ tur atsam, Nergis’i bi’ gezdirsem.’ Nergis sevgilisi, kaçırmak istiyor da, kız dur dermiş, ‘Hep aynı laf be abla, hele bi’ şu baharı atlatcakmışız da, sonbahara bakcakmışız..’ Ali saçlarını limonlamıyor artık, kepek yapıyormuş. Açık jöle bulmuş annesi pazarda, pazarda her şey var, bak üstündeki de pazardan. ‘Hill’ yazıyor bir tarafında, öbür tarafında ‘iger’, f harfi eksik değilmiş, ‘Fermuarı kapatınca Hillfiger yazıyor, çakma değil abla, adamlar da zaten Türkiye’de yaptırıyor, bizde ucuz ya!’ ‘Tamam alırsın akşama arabayı, sen şimdi sesleniver arkaya, parasını uzatmayanlar uzatıversin’


Hayal kurmaya başladığıma göre bahar da geliyordur eli kulağında. Çok sert bir kış geçirdi New York. Yüzyıldır yağmayan karlar yağdı. Hava durumunu sunan kız her gün aynı cümleyi sarfetti: ‘Bugün de kar yağacak, akşama doğru fırtına.’ Eksi 36’ları gördük, hissedilen eksi 40. Öyle sert bir kıştı ki rahipler kilise kürsülerinden merhamet diledi. Bir pazar vaazında rahip, ‘Vakitlerin sonuna mı geldik? Bir vakitler Aziz Paul bu hataya düşmüştü, dünyanın sonu geliyor sandı. Biz bu hataya düşmeyelim, İsa efendimize kulak verelim’ dedi. El ele tutuşup, dualar edildi, sonra sayfa 64 açıldı, beraber söylendi: ‘Tanrım bizi affet, tanrım bir su kenarında aldır bütün kararlarımızı.’ Bilseler, Müzeyyen Senar çalardı kiliselerde. ‘Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık, ömrümüzün son demi, son baharıdır artık.’ Hesapsız kitapsız dolaşanları bile yere çalar sözleri.


Bunlar bilmez Müzeyyen Senar’ı, bizim Billie Holiday’in acıklı hayatını bilmediğimiz gibi. Her şey karşılıklı. Ama bahar her yerde aynı. Önce piyasanın havalı erikleri boyun eğecek, arkasından gelsin çilekler, karpuzlar. Yazlık – kışlık yapılacak daha. Kırışmışlardır şimdi hurçların içinde. Düğünler, dernekler, hem bir sürü çocuk doğacak bu yaz. Annesiyle babası ileride anlatacak, ‘O gece çok eğlenmiştik bir yerde, eve geldik, sonra sen geldin.’ Doğumhanenin kapısında babaanneler gerdanını kırdırıp, ‘Rahmetli dayının ismini verseydik iyiydi’ diyecek, gelin sütten kesilicem ha diye gözlerini devirecek, damat hastanenin bahçesinde bir sigarayı yarım yamalak içip, odaya bir isimle gelecek: ‘Adı Mehmet olsun mu?’ Oğlanın adı Mehmet olmayacak. Babaanne mendiliyle boynunu silecek. ‘Hava da çok nemli!’

Sonra burada, Union Square meydanında Meksikalı kadınlar yere bir sürü mendil serecek. Uyuşturucu çetelerinin savaşında 120 bin kişi hayatını kaybetmiş, en az 27 bin kişi de kayıp. Mendillere ölülerinin ismini kırmızı, kayıplarının ismini yeşil iplikle işleyecekler. Yanlarında bir Özdilek torbası. Anlatacaklar: Türk bir komşuları varmış, geçenlerde helva getirmiş bu torbayla. ‘Bir çocuk ölmüş, onun içindi.’ Bir cümleyle içimizde rüzgarlar esecek, dünya bir helvayla bir mendilin yüzü suyu hürmetine dönecek. Bahar oyalanmaz, gelir birazdan, çok bekletmeyecek.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.