Babasını unutturan çocuklar

Bana hiçbir şey babamı unutturamaz. Ve ben asla babasını unutturan çocuklardan olamam.


Hafta sonu Burgazada’ydım. Önce söz verdim. Buluşma günü gelince kararsız kaldım. Tek nedeni kendimce aylaklık etme isteğiydi. Geç saatlere kadar yatakta pineklemek. Sonra gün boyu kahvaltı edip belki televizyon seyretmek. Geceyse kitaplar, müzik ve geceyle birlikte kararan düşünceler… Kendime rağmen yataktan atabildim kendimi. İyi ki atabilmişim. Yoksa birbirinden güzel insanlarla tanışamayacak ve ilk kez gittiğim Burgazada’nın güzelliğinin keyfine varamayacaktım.


Bir de Sait Faik’in yaşadığı evi görmek var ki, tembelliğim yüzünden kalkıp da bir türlü gidememiştim. O yüzden Ada’ya varır varmaz ilk adım attığım yer Sait Faik Müzesi oldu. Daha bahçesine girer girmez, bambaşka bir ruh hali içinde buldum kendimi. Müze gezmenin verdiği heyecan dışında bir şey. Tamam, Burgazada’da attığım her adım Sait Faik’in benden önceki adımlarıyla kesişmiş olabilir ama bir insanın yaşadığı evde dolaşmak, salt kesişen adımlardan fazlasıdır. Bir şekilde Sait Faik’in oralarda bir yerlerde olduğunu düşündüm.


Bunu, içi boş bir benzetme sevdasıyla söylemiyorum ve biliyorum ki, ne kadar çabalarsam çabalayayım, içi boş bir benzetme olmaktan öteye gidemeyecek. Ama öyleydi işte. Evini dolaştığım süre boyunca (müze demiyorum) varlığını evin her yerinde duyumsadım. İçime onun kitaplarını okurken aldığım hazza benzer bir duygu doldu. Sadece bir haz da değildi bu. Onu, yazdıklarının gücü dolayısıyla kendi varlığıma öylesine sindirmiştim ki, neredeyse attığım her adımda biraz daha onun kendisi oluyordum. İlk kattan yukarıya doğru dolaştığım her odada, ona ait eşyayı gördükçe ve duvarlarda hayatına dair yazılanları okudukça o olma halim artıyordu.


İlk katta basit döşenmiş bir salon vardı. Bir tarafında koltuk takımı, diğer tarafında yemek masası ve bir vitrin bulunuyordu. İkinci kattaysa kitapları için ayırdığı odayla yatak odası. Sadeliği ve sıcaklığıyla insan sarsan. En üst kattaysa küçük iki pencerenin önüne konmuş bir koltuk ve şapkası. Şu bütün karakterini ele veren gülümseyişiyle Ara Güler’in objektifine bakarken başında olan ve kendisini sevenlerin aklına ilk gelen fotoğraftaki şapka. İşte o şapkayla Sait Faik oluşum tamamlandı. Eğer arkadaşım gelip "Çıkalım mı artık?" demeseydi, pencerelerin önündeki koltuğa oturacak, yeni bir öykü yazmaya başlayacaktım. Neyse ki, sadece müthiş bir duygu yoğunluğuyla kendime geldim. (Tekrar kendim oldum da diyebiliriz) ve diğer arkadaşlarımızla buluşmak üzere evden ayrıldık.


Yolda ben evin bana hissettirdiklerini anlatırken arkadaşım Sait Faik’in babasıyla arasındaki ilişkiye değindi. Sait Faik’in babası kendi çabasıyla varsıllaşan bir tüccardı. Oğlunun da bu serveti yönetebilecek nitelikte bir tüccar olmasını istiyordu. Bu sebeple onu Fransa’ya göndermiş ve iyi bir eğitim almasını sağlamaya çalışmıştı. Ama sonuç? Üç yıllık Fransa macerasının sonunda okulu bitirmeyen ve dersleri yerine daha çok edebiyatla ilgilenen bir evlat. Ve bu ilgiyi fark eden babanın onu apar topar Türkiye’ye çağırması.


Hikâyeye babası açısından baktığımızda, kendisinin başarılı olduğunu düşünüyor ve oğluna iyi bir gelecek sağladığına inanıyordu. Oğlu açısından baktığımızdaysa, kendisi aylaklık ve insan sevgisinin kusursuz bir karışımıydı ve babasının dünyasında bunlara pek yer yoktu. O yüzden babasına karşı saygı besledi Sait Faik ve aralarındaki mesafeyi hep korudu. Bugün bizim açımızdan bakıldığındaysa doğru yaptığını iddia eden ve kendi doğrularını çocuğuna dayatan bir babayla kendi yeteneklerinin ve karakterinin dayatmasına karşı koyamayarak “adam” olamayan ama Sait Faik olan bir insan var. Hepimiz onu tanıyor, onu biliyor ve onu okuyoruz. Peki ya babasını?


Diğer arkadaşlarımızla buluşup Sait Faik’ten ve daha bir sürü şeyden bahsettiğimiz o gece boyunca hiçbirimiz babasının adını hatırlayamadık. Bütün doğrularına rağmen adı hatırlanmayan bir baba ve bütün yanlışlarına rağmen adı unutulmayacak bir oğul. Hep "Sait Faik’in babası" dedik. O dakikalarda gizli gizli kendi babamı da düşündüm. Ben, babasının adını unutturan çocuklardan olamayacağım. Ya babam? Onun da en azından Sait Faik’in babası gibi olduğu için unutulan bir adam olmasını isterdim. Onu hiçbir zaman unutmayacağım. Varsıl ya da yoksul, otoriter ya da munis, gaddar ya da insancıl olduğu için değil. Her şeyden önce iyi ya da kötü, bir baba olamadığı için…




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.