Kendin gibi...
Bütün sosyal medya yazılarıma başladığım gibi başlayayım. Biz buraya geldiğimizde buralar dutluktu. Ben de bir anne, sosyal medya insanı olarak bu işe başlamış, el cazımla çeşitli sosyal medya sayfaları kurmuş ve yürütmüştüm. Sonra sosyal medya aldı başını yürüdü, para getirir, iş yaptırır oldu, ben sıkıldım. Elimi ayağımı çektim. Sosyal içici oldum. Kırk yılda bir, bir ayak fotosu falan... O tarz bir üretim ve aslında bolca tüketim. Üreticilikten, tüketiciliğe geçmiştim. Sosyal medyadan bir hayli besleniyordum. Şahane sayfalar ve insanlar takip ediyordum ama çok büyük bir kısmı Türk değildi. Kendime içerik üretimi açısından sosyal medyada yer olmadığını düşünüyordum. Millettin çocuğundan da kocasından da anasından da danasından da gına geliyordu ve bir Kova burcu olarak sadece kendimle ilgiliydim. İçe dönük ama araştırmacı bir yaşamım vardı. Sosyal medya çok dışa dönüktü ve hep havadis ya da bilgi düzeyinde bir sığlıkta içerikler coşup serpiliyordu. Havadis de bilgi de benden uzak dursundu. Çocuk seveceksem evdekini severdim. Başkasının anasından, danasından, nevresim takımından, taytından bana neydi.
Bütün bunlar olurken Peri sağ olsun benim başımın etini yiyip duruyordu. Bazen susturulamayacak boyutta konuşmaya başlıyor kendi iç araştırmalarımdan çıkan keşifleri iştahla kah bir hamakta yatarken kah yoga dersinde kah rakı sofrasında çevremdekilere fışkırtıyordum. Bu hal ortaya çıktığında, Peri uzun yıllar boyunca aynı repliği tekrarladı, “Ya sen bunları bize anlatacağına yazıp koysana”
Ben de uzun yıllar boyunca aynı cevabı verdim. “Ay yok, Peri sosyal medya artık benim içimden gelmiyor.” Ömrümüzün bir kısmı Karagöz - Hacivat gibi bu şekilde geçti.
Peri yetmiyormuş gibi, bir gün HTHayat.com’un Genel Yayın Yönetmeni Damla Çeliktaban: “Yazılarını sosyal medyaya koymayı unutuyorsun unutma, koymazsan okunmuyor. Koyarsan çok okunuyor.” demez mi... Baktım bunlar çete olmuş ben dijital olmazsam topuklarıma sıktıracaklar... Peri’nin yıllar süren dırdırı Damla’nın sağ kroşesi ile bünyeme nüfuz edince ben de kendimi yeniden sosyal medyada buldum.
Önce bocaladım. Çünkü artık bir sosyal medya kişisi değildim. Çocukla ilgili konular başka türlü ilgimi çekiyor ama yulaflı mama tarifi vermek istemiyordum. Ne tür bir içerik olacaktı benimkisi? Bu böyle baştan şirket stratejisi gibi belirlenecek bir şey değil. Sosyal medyada kendin gibi olmayı öğrenmek biraz aman alıyor. İlk başta acemilik çektim. Bazı çekinik postlar, ele yüze bulaşanlar oldu. Ama açıkçası 16 senelik yayıncılık birikimim hızlıca imdadıma yetişti. Ben de en iyi bildiğim şeyi yapmaya başladım. İçinde yaşadığım karmaşık fikirler duygular, durumlar evrenini Türkçeye çevirdim. Günün sonunda bir gazetecinin en iyi yaptığı iş Türkçeden Türkçeye çeviridir.
Tahmin edersiniz ki 1 milyonuncu takipçiye varmama uzun bir yol var. Zira yukarıda tarif etmeye çalıştığım içeriğin elbette “havadis”, “bilgi” ve bebek fotoğrafları kadar alıcısı yok ve hiçbir zaman da olmayacak. Ama ne gam... Gün geçtikçe yine de büyük bir hızla takipçi sayım arttı ve tam da iki lafın belini kırmak isteyeceğim tipte insanlar beni takip etmeye içeriğime ilgi duymaya başladı.
Peki bunun bana ne faydası var? İlk olarak kendi iç dünyamı bu ortaklık hissettiğim insanlarla paylaşmak beni çok mutlu etmeye başladı. Tüm bu fikirlerin zihnimin dört duvarından çıkması hoşuma gitti. Desteklendiğimi hissettim. İkincisi elbette mevcut işlerimi yapmayı sürdürürken daha iyi para kazanmaya başladım. Yazılarım ve verdiğim dersler daha çok kişiye ulaştı. Mürvetini gördükçe sosyal medyayı daha çok sevmeye başladım.
Sosyal medya vesilesi ile para kazanmak için damara göre şerbet vermeye, zırt pırt halanızın görümcesinin kızının fotoğrafını yüklemeye, ne üdüğü belirsiz ürünleri seviyormuş gibi sayfanıza koymaya, ürün tanıtımı ürün tanıtımı gezip pazarlama müdürleri ile yanak yanağa selfi çektirmenize meğer gerek yokmuş.
Zaten yaptığınızı yaparak kendinizi ortaya koymak ve sunduğunuz şeyi almak isteyen insanlarla ilişki kurmak mümkünmüş.
YORUMLAR