Bir sallanan koltuk
Uzmanlık programının gözde malzemesi, bir sallanan koltuk. Ayıptır söylemesi, bir de spa'mız var içinde çeşitli oyuncaklarla salonun bir köşesinde. Ben ders anlatırken uyumak, masaj yapmak, spa’daki oyuncaklarla oynamak, içeri girmek çıkmak serbest. Eğitim boyunca sadece olumsuz geri bildirim yasak. Öğretme seklimiz, öğrencilere neleri çok iyi yaptıklarını söyleyip takdir etmek. Ödevleri yapıp yapmadıklarını yalnızca soruyoruz, hiç bir yaptırım yok. Yapmakta zorlanan ya da isteksiz olan varsa, tek yapacağımız, ona bu ödevlerin ya da yapamamanın ona neler hissettirdiğini sormak ve daha çok destek olmanın yollarını aramak. Damokles'in kılıcı yok, havuç yok, eleştiri yok, yetersizlik yok, istediğin bir şey için istemediğin şeylere katlanmak yok, diş sıkmak, çiş tutmak yok, öğretmenin gözüne girmek, gözünden düşmek yok, endişe yok, diken üstünde durmak yok, tehdit yok, "-mış" gibi yapmak yok, sevilmenin ve takdir edilmenin önkoşulları yok. Saf tertemiz bir merak, öğrenme şevki, oyunculuk, araştırma ve zevk var.
Bu yaptıklarımızı niye yapıyoruz? Polivagal Teori'nin kurucusu Stephen Porges’tan vagus siniri anlatırken bahsetmiştim. İnsanların gerçek bir merak, öğrenmek için gerçek bir şevk duyabilmesi ve yaşamdan zevk alabilmesi için tehdit algılarının düşmesi ve kendilerini rahat ve güvende hissetmeleri gerekiyor. Herhangi bir öğretmenin yapması gereken en önemli şey, öğrencileri rahat ve güvende hissettirmektir. Öğrenme ateşi hepimizin içinde var. Öğrenmek için ihtiyaçlarımızı ertelemek, hatta görmezden gelmek, "-mış" gibi yapmak ve diken üstünde olmak gerekmiyor. Sizi hep beraber bu ezberi bozmaya davet ediyorum.
Kendinize "-mış" gibi yapmak zorunda olmadığınız bir meslek edinin. Yıllarca TV haberciliği yaparken çektiğim acının ne olduğunu anlayamazdım. Televizyonculuk, bütün gün "-mış" gibi yapıp durduğunuz korkunç bir iştir. Bunu "-mış" gibi yapmaya gerek olmayan bir iş edinince anladım. Gülümsemek istemeseniz de gülümsemeniz gerekir, ilgi duymadığınız halde duyuyormuş gibi yaparsınız, bilmeseniz de biliyormuş gibi durursunuz. Bu liste böyle uzayıp gider.
Yoga hocasının "-mış" gibi yapmaya hiç ihtiyacı yoktur. Derse girdiğimde gülümsemek istemiyorsam gülümsemem. Gülümsüyorsam, ta kalbimden başlar, suratıma yayılır. Spiritüellik, mutluluk, sağlık numarasına gerek yoktur. Öğrenci soru sorarsa bilmiyorsam, “Bilmiyorum” diyecek özgürlüğüm vardır. Yapamıyorsam, yapamıyorumdur. Derse girdiğimde hüzün hissediyorsam onu kucağıma alırım, sevinç varsa sevincim belli olur. Hepimiz, öğrenci/öğretmen, mat'lerin başına geçeriz, insanlık halimizi kucağımıza alırız ve akmaya başlarız. Ders başladığı anda öğrencilerimin göğüs kafesinde yükselip alçalan nefesleri, yumuşakça hareket eden bedenleri, odanın duvarlarındaki gölgeler, camdan vuran güneş ışığı en zor günlerde beni merkezime toparlayıverir. Onlara söylediğimi kendime de söylerim: “Hisset, fark et”. “Her ne varsa o...” Ve o merkeze toparlandığım anda tatlı bir akış başlar, duygunun her türlüsü içimden süzülür gelir geçer. Çaresizlik, korku, yas... Zevk, sevinç, aşk... Güneş gözümü alıverir, bir an tatlı bir boşluk olur, gözüm bir öğrencinin karnındaki nefesin yumuşak ritmine takılır, onun nefesini görür kendiminkini hissederim, birlikte yükselip alçalırlar, tek bir şey olurlar. Tatlı boşluk geri gelir. Ve bütün sınıf, olduğumuz insan olmaya izin vererek böyle akarız. Sadece pozlar değil, yaşam da akmaya başlar.
YORUMLAR