Eski sevgilinizi ayağınıza getirip yalvartıyoruz!

İçerideki kasvet dışarıdaki yağmurdan değil, duvarlara masalara sandalyelere sinmiş özensizlikten, sevgisizlikten. Üç kadın dışarıdaki masalardan birine oturuyoruz. Ortası kel, köpüğü fincanın kenarlarında birikmiş kahveleri içip falları kapatıyoruz. Biraz önce kime geldiğimizi soran genç kadın vakit kaybetmek istemiyor: “Birinizi alalım.” “Soğumamıştır, yeni kapattım” diyorum. “Olsun” diyor, “önemli değil.”


Deniz’in karşısına oturuyorum. Kağıt, kalem uzatıyor: “Yaz. Adın, yaşın, burcun, annenin adı. Alta da onun adını, yaşını, burcunu, annesinin adını yaz.” Sonra iç yüzleri birbirine dönük iki iskambil kağıdını uzatıp dilek dilememi istiyor. Ardından “Pardon” deyip telefonunu alıyor. Öğle üzeri çok yoğunlarmış, diğerlerine sesleniyor: “Lahmacun yiyelim mi?” Lahmacuncu telefonu açmayınca hemen geleceğini söyleyip kalkıyor. Dönmesi vakit alacak gibi, iki kağıt iki parmağım arasında birkaç tur dilek tutuyorum.


Fincanı açarken beni bana anlatıyor. Bir magazin ekinde burcumun özelliklerini okuyormuşum gibi hissediyorum. İki vakte kadar –iki gün, yirmi iki gün ya da iki ay– önemli bir karar verecekmişim. Yüzüme bakıyor. “Öyle diyorlar” diyor. “Böyle diyeceğini demişlerdi” demiyorum.


“Oğlun mu var?” “Yok.” “Düşük, kürtaj falan?” “Peki eşinle aran nasıl?” Bu işte bir yanlış var, soruları ben sormayacak mıydım? Bir fincana, bir elindeki kağıtlara bakıyor. Karıştırıp karıştırıp açmaktan benzi solmuş, kupa mı karo mu sinek mi sekiz mi artık belli olmayan kağıtlar bir oğul müjdeliyormuş.


Deniz anlatırken yan masadan öteki falcılardan Rüya’nın sesi geliyor. Replikleri aynı.


Günlerden cuma, öğleden sonra saat üç. Tek gelenler fincanı ters çevirmiş, başı önünde kaçamak bakışlarla bekliyor. Dörtlü masaları dolduranlar neşeli. Aralarında erkekler de var. Dalgasına buradayız der gibiler.


Peki benim ne işim var burada?




Sabah "Bugün Deniz’e gidelim" diye uyandım. Çok anlatmışlardı. “Vallahi biliyor” demişlerdi. “İsminde ‘E’ olduğunu bildi.” “İki çocuk istediğimi bildi.” “Ailesinde seni istemeyen bir erkek var dedi.”


İnsan niye falcıya gider ki? Ya birini seviyordur ya da birini artık sevmiyordur. Ya sevilmeye ya sevmeye ihtiyacı vardır. Yalandan da olsa güzel şeyler duymak istiyordur. Duyacaklarının gerçek olması ihtimalini seviyordur.


İnanmaya hazırdır falcıya giden. “İki ismi mi var?” der falcı mesela. Falına bakılan atılır: “Aslında adı Boğaç ama anneannesi Hasan diyor.” Ya da “Belki akıllarından başka bir isim koymayı geçirmişlerdir” diye zor tutar kendini sevgilisini aramamak için. Kim ana rahmine ismiyle düşer ki?


Falcının akıllısı müşterisinin yüzüne bakar, fincanına değil.


Deniz yüzümde ne gördü bilemiyorum. “Senin sorun var mı?” “İşle ilgili bir şey yok mu?” “Çok başarılısın, seni kıskanıyorlar.” Nasıl kıskandıklarını anlatmak için nerede çalıştığımı soruyor. Söylemeyince medyada karar kılıyor. “Kamera önü mü arkası mı?” “İsminde C, Ç olan birine dikkat et” diyor. “Ç, Türkçede çok kullanılan bir harftir” deyip de kalbini kırmıyorum. “Ederim.” Falevinin kartını çıkarıp arkasına ismini yazıp altını çiziyor. “Çok güzel enerji aldım senden, gene gel. Ama haftaya tatile gidiyorum” diyor. Niye bilmiyorum, gözleri doluyor.


Ödeme yapmak için üç kat yukarı çıkıyoruz. Her yer sıkış tıkış masa dolu.


Dışarı çıkınca derin bir nefes alıyorum. Biri niye oraya gittiğimi sorsa ne diyeceğimi bilmediğimi düşünüyorum.


O sırada rakip falevlerinden genç bir erkek çıkmış sokakta bağırıyor: “Eski sevgilinizi ayağınıza getirip yalvartıyoruz.”


Gülüyoruz.


"Herhalde bunu duymak için geldim" diyorum.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir çok güzel
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.