22 numaraya mektup var mı?

Herkesin kendine ait bir balkonu yoktu. Evlerin açıldığı çıplak koridor ortak balkondu. Veletler orada kudururdu. Kapı önüne sandalyeler atılıp pirinç ayıklanır, arada dışarıya kek, börek, taze çay kokusu dağılırdı.


Seçim üzeri kadınlar konuşurlardı kendi aralarında. “Biz Türkeş’e vereceğiz.” “Valla biz hep Karaoğlancıyız.” Sonra “sendikacının karısı”yla “ülkücünün karısı” kısırın soğanını beraber doğrardı. Gönülsüz de olsa bayram vizitlerine ailece çıkılır, yarım ağız yarım saat sohbet, iki dilim tatlı, bir yaldızlı çikolatadan sonra herkes dağılırdı.


Okul yolunda “Senin beslenmene annen bugün ne koydu?” diyenlerden üst sınıftakiler teneffüste küçükleri kollardı. “Annen çok koşmasın dedi” der, sonra kendi koşardı. Okula gitmeyen akşam yandaki kapıyı çalıp “Şey, Hakan evde mi?” der, büyük adam edalarında gelen Hakan’a sorardı: “Öğretmen bugün ne ödev verdi?”


Sadece tuz, kırmızı biber, çay tabağında iki kaşık yoğurt değil sularını da paylaşırlardı. Sık sık su kesilirdi çünkü. Bazı geceler alt kattan sopayla tavana vurulurdu. “Su geldi” müjdesiydi bu. Benim de küçük bir kovam vardı, gönlüm olsun diye o telaşta benim de kovamla su taşımama izin verirlerdi.


O lojmanda yaşayanlar bilinç patlamasından, sevgi kelebeği olduklarından değil, bunu yapmaya mecbur olduklarını bildiklerinden yardım ederlerdi birbirlerine. Kapıyı her açtıklarında birbirlerini görmek zorundalardı. Gece çocuk ateşlenince alnına ıslak bezden sonra koştukları komşuydu. Dertleri, hayalleri ortaktı. Hepsinin evine fabrikadan esen sigara dumanı dolardı. Postacı hepsinin kahramanıydı. “22 numaraya mektup var mı?” hayatımın repliğidir.


Lojmandan taşındığımızda yedi yaşındaydım. Yirmi ikinci yaşımda 22 numaralı evimizin önünden geçtim. İçeri eğilip bakarken kapıda oturan aile buyur etti. “Bir çayımızı için.” Oturamadım.


Sonra bir gün o lojmanı yıktılar. Üstümden buldozer geçmiş gibi hissettim. Yolum düştüğünde kafamı çevirip bakamadım. Kabuğu koparılmış yara gibiydi yeri.


Türkeş’le Karaoğlan hayatta değil. Postacıya koşup “22 numaraya mektup var mı?” demiyorum. Kimse bana mektup yazmıyor, hep kendime mektuplar yazıyorum. Doğduğum evin artık olmadığını düşündüğümde bazen garip bir üşüme geliyor. İlk yuvan ayakta olmayınca dünyanın en güzel evinde de otursan evsiz hissedebiliyorsun.


Arada kaldırımda yürümeye çalışırken üstüme çıkacaklar diye korktuğum, bir an önce uzaklaşmak istediğim insanları ve kendimi düşünüyorum. Acaba kaçımızı büyüten ev ayakta? Kaçımızın çocukluğunun üzerinden TOKİ ya da bir müteahhit geçti, kaçımızınkini havan topu dağıttı? Niye buradayız?




Bizimkiler yerle bir oldu. Çocuklarımızı doğurduğumuz evleri, onların anılarını ayakta tutabilecek miyiz?


Bunun için sükûnete ihtiyacımız var. Birbirimizi duymaya, bir kez olsun birbirimizi dinlemeye. Sevgi böcekliğinden, entellikten değil, bencillikten. Kendi huzurumuz bozulmasın istediğimizden. Silâha kin kusturan dildir. Az sakin olsak, mola versek biraz, kin kusma molası.


Kapıyı açınca birbirimizi görüyoruz, birbirimize mecburuz çünkü. Gidecek, postu serecek başka yer yok. Burası kürkçü dükkanı.









YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Ne güzel anlatmışsın doğduğum evi hatırladım tekrar hiç unutmadımki onikieylülde dağıldık göçtük ve istanbulda ailemiz bitıi
    CEVAPLA
  • Misafir Emegine saglik keyifle okudum.
    CEVAPLA
  • Misafir Bu yazı beni aldı çocukluğuma kadar götürdü...
    CEVAPLA
  • Misafir Perihancim çok güzel bir yazi,eline saglik
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.