Hayat hep Prens-eslere mi güzel olsun?
Prens Adaları'nın prensleri ile prensesleri change org’da bir kampanya başlatmışlar. Günübirlik adaya gelen kalabalıktan çok rahatsızlarmış. “Yaz döneminde her gün binlerce kişinin adaya akın etmesi yüzünden hem yürüyecek hem nefes alabilecek yer kalmamıştır” demişler. “Adalar’a günübirlik gelenlerden 5-10 TL arası bir ücret talep edilen veya buna alternatif sistemlerle bu yığılmanın biraz olsun hafifleyeceğini” düşünmüşler. Bu davranışlarıyla haber de olmuşlar. “Şişli’ye de parayla mı girilsin?” sorusuna ise dünyayı dolaşarak İnatçı Keraban’ı* bile kıskandıracak bir cevap vermişler. “Dünyanın birçok şehrinde parayla girilen bölgeler var. Her demokraside bazı kurallar vardır. Kalabalık nedeniyle Adalar’ın kimyası bozuldu. Buna bir kota gelmesi gerek.” Sosyal medyalarda da hararetle yazışıp birbirlerini haklı bulmuşlar, batıda gördükleri örnekleri hasetle sıralamışlar.
5-10 lira... Öyle kalpsiz bir bedel ki bu. Belirleyen için ne kadar değersizse, onun görmeye katlanamadığı ve bunu denkleştiremeyecek kalabalık için o kadar önemli.
Akşamdan piknik çantalarını hazır edip sabah heyecanla yollara düşen aileler var o kalabalık arasında. Hiç evden çıkamayan kadınlar, okuldan başka değişik yer göremeyen çocuklar, onları gezdirememenin ağırlığı altında ezilen babalar var. O kalabalık arasında Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan aldığı harçlıkla idare eden, restoranlara oturamadığı için marketten ekmek, peynir, zeytin, içecek, çukulata alıp çayıra çimene yayılan üniversite öğrencileri var. Sonra o kalabalık arasında arka sokaktaki komşu dışında bir yere gitmesi yasak edilmiş genç kızlar, gizli saklı âşıklar var. 5-10 lira veremeyecekler arasında işsizler, ne zaman iş bulabileceği belli olmayanlar var.
Prens Adaları’nın Saygıdeğer Prens-esleri,
Adam başı 5-10 lira isteyerek Adalar’a girmesini engellemeyi planladığınız “yığınlar” da sizin gibi İstanbul’da nefes alamıyor. O kalabalığı yaratmaktan, o kalabalığın bir parçası olmaktan onlar da nefret ediyorlar ama seçeneksizlikten nefretlerini zincir yapıp birbirine eklemiyorlar.
Kimseyi size bedava olan keyiflerden mahrum bırakarak cezalandıramazsınız. Dünya nimetleri hep size hak olamaz. Sizin istekleriniz, ihtiyaçlarınız hep ötekilerin isteklerinden, ihtiyaçlarından önce gelemez. Her yerde hep size hizmet edilemez. Hayat hep size güzel olamaz.
Kimsenin yokluğu yüzüne vurulmaz, ayıptır. Kimse yoklukla terbiye edilmez, zulümdür. Evet, “her demokraside bazı kurallar vardır” ama o kurallar o demokraside yaşayan herkes için geçerlidir, sadece varlıklılar, güçlüler için değil. Bahsettiğiniz o demokrasilerde belli bölgelere girişlerde parasız yayalardan değil araç sahibi olabilmişlerden para alırlar. Oralarda temiz hava kotaya tâbi olamaz mesela. Semtlerin, kentlerin kimyasını sadece kalabalıklar değil, kibir ve şımarıklık da bozar.
Parklarını, bahçelerini hasretle andığınız o Avrupa kentlerinin harçlarının eşitlikçi yasalarla karıldığını bilmiyor olamazsınız. O ülkelerin okullarında bütün çocukların, ailelerinin gelir durumlarına göre farklı fiyatlar ödeyerek ama mutlaka aynı yemeği yiyerek büyümeleri size bir şeyler anlatıyor olmalı.
Siz kendinizi vatandaş, “yığınları” halk olarak görüyorsunuz ve halkın da vatandaşlık hakları olduğunu unutmak istiyorsunuz. Kendinizi üstün görerek gelişmiş demokrasilerden örnekler veriyorsunuz. Oysa bahsettiğiniz o demokrasiler bugünlere bütün üstünlere eşit olmayı öğreterek geldi. Kaç kuşak önce kaç dekar alanı çevirmiş olursanız olun, Adalar sizin değil, olmayacak da.
Siz yolda rahat yürüyeceksiniz diye kalabalıklardan para istenemez. 5-10 liraları yok diye kadınlar eve mahkûm edilemez. Çocuklar, gençler güzeldir. Onlar gezsinler, hep gülsünler. Kimse onları üzmesin, heveslerini kırmasın.
Prens Adaları’nın Saygıdeğer Prens-esleri,
Bu ülkenin sizinle aynı şehirde aynı havayı solumaktan başka seçeneği olmayan insanlarının istedikleri zaman istedikleri yere gitmeye hakları var. Güzel canları ne zaman nereye gitmek isterse o zaman oraya giderler. Yığılmaların müsebbibi yığılanlar değil yığanlar. O güzelim parkların, bahçelerin insanların emrine amade olduğu medeni kentlere dönüşmenin yolu sizin de kendinizle konuşmanızdan geçiyor. Biraz soru sorun kendinize. Yığılanlarla nasıl ilişki kurduğunuz açık. Acaba yığanlarla nasıl bir ilişkiniz veya ortaklığınız var? Cevapları kendinize saklayabilirsiniz.
* Jules Verne’in romanı. İsmini Üsküdar’a geçebilmek için Karadeniz’i karayoluyla kat eden tütün tüccarı Keraban Ağa’dan alıyor. Türkçesi de var.
YORUMLAR