İhtiyaçtan duvarlara karşı

Belki konuşurken de parantez açmak gerekiyor. Dönüş biletin olmadan, bir bavulla kendini bir yere götürüp bırakmak kolay değil ama dünya üzerinde yapayalnızmışım gibi de hissetmiyorum. Nezaketen “İyiyim” deyip konuyu değiştirmeye çalışırken tekrarlanan “Çok zorlanıyor musun?” “Peki en çok neyi özlüyorsun?” soruları taciz etkisi yaratıyor. Özlediğim bir avuç insan -isim isim sayayım mı sol baştan? ister misiniz?-, iki köpek, iki kedi, martı sesi, artık olmayan güzelim bir ev, Akasya Fırını’nın sıcacık sebzeli peynirli poğaçası, kocaman kahvaltı. Hepsi bu.


Yalnız olmak değil ama kurcalanmak asabımı bozuyor. Daha açık nasıl ifade edebilirim? Kendimle olmayı, kendimle vakit geçirmeyi seviyorum ben. Genellikle evde çıt çıkmamasını, bir ayak sesimi duymayı, televizyondan aksiyon-animasyon kurşunlarının sekip beynimi delmemesini seviyorum.


Sadece bir şehrin, bir caddenin değil bazen bir evin, bir hayatın es vermeyen kalabalığı gürültüsü, birleşip sırtında kambura dönüşen yükleri de insanı hasta eder. Etrafında sürekli bir şeylerin dönüp durması, zorla gittiğin bir yerde için patlayarak geçirdiğin saatler, zaten bildiklerini bin birinci kez dudaklarını içeriden kemirerek dinlemek, günlerin fotokopi sayfaları gibi üst üste yığılması bünyeye ağır hasar verir.


Gitmeden önce tahammül saatlerinin ardından oturup duvarlara bakıyordum. Gittim, değişmedi. Kimi leblebi gibi yuvarladığı haplarla iyileşir, beni saatlerce, bazen günlerce kimseyle konuşmamak iyileştiriyor. Pis bencilin teki olduğumdan değil, duvarlara karşı susmak benim için su içmek gibi bir ihtiyaç olduğundan. Bir kendi nefesimi duyduğum o sessizliğin üzerine başka merhem bulamadığımdan. Ruhumu bir baş başa kaldığım o duvarlar, bir de gökyüzüne uzanan ağaçlar yıkıyor.


Yalnızlıktan etmiyorum şikâyet. Bana kendimle yetinmeyi, tehlike halinde bile bir kendime sığınmayı o öğretti. Onunla yaşayabiliyorsan her yerde, her şekilde yaşıyorsun ve pek az şeyden korkuyorsun.


Evet ya, yalnız kalmak korkmamayı da öğretiyor. Gerektiği yerde gerekeni söylemekten, gerektiği zaman gerekeni yapmaktan, bu sebepten kimseyle aranın bozulmasından seni daha az kişinin sevmesinden korkmuyorsun. Sevenin az oluyor ama “diyemeyip dert ettiklerim-ah içimdekiler” koleksiyonu da yapmıyorsun.


Sıfırı tüketmeyi, sıfırdan başlamayı, hazmetmeyi öğreten yine o. Yenilgilerini, hayal kırıklıklarını dinleyip unutacak başka bir dörtlü daha yok.


Bir yalnızı anlamak için kendinizi çok zorlamayın ama ona “Ah yazık” diye de acımayın. Muhtemelen duygularınız karşılıklıdır da o yüzünüze vurmuyordur.


“Böyle iyi” diyene fazla ilişilmez, etrafında fazla dolaşılmaz. Cevaplamadığı soru iki defa sorulmaz.


Kurcalamayın, kendi haline bırakın, ihtiyaç duyduğu budur.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir kıskançlığın ve meraklı olmanın tedaviisi yok bazen silkelemek ,sarsmak gerekir sende öyle yapmışsın aklına fikrine zikrine ve eline sağlık....
    CEVAPLA
  • Misafir yine damardan girmişsin konuya inci tanesi gbi dökülmüş ,duygular hadsizlere nazikçe çizilmş sınırlar muhteşemsin
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.