Haşere ilacı reklâmları ne işe yarar?
Hiç tanımadığım halde sevmediğim kimseler var. Değil muhabbet edesim, sesini duyasım, tipini göresim yok. Ne bileyim, bazısı kötü bir anımı hatırlatıyor, bazısı bana kötülük etmiş birine benziyor, kiminin kültürünü benimseyemiyorum, bana çok uzak ya da aşırı kaba geliyor. Uzağımda olsunlar istiyorum. Yolda görsem karşı kaldırıma geçiyorum, birlikte yemek yemiyorum, göz göze gelmemeye çalışıyorum, bazen yanlarında dişlerimi sıktığım da oluyor.
Fakat bunca yılda şunu öğrendim. Herkesi sevemesen de nefret etmemek için kendini eğitebilirsin. Günlerini böyle geçirmek salaklık diye değil sadece, kin kusa kusa “nefret ettiğinden bile iğrenç” bir mahlûka dönüştüğün için.
Bu nefret etme işini evde, okulda, mahallede öğreniyorsun, giderek geliştiriyorsun. Sonra bir gün bakıyorsun ki eve giren gazete yalan yazıyor, annen haksız, baban yanlış biliyor.
Bütün okullar, öğretmenler, anneler, babalar, diğer bütün “büyükler” söylediklerinin doğrulukları sorgulansın diye var. Yetişkin olana kadar bize söylenen her şey bir propagandadır ve tamamı sorgulanmaya muhtaçtır. Kendini kimseye teslim etmeyeceksin, benimsemediğin sözleri diline slogan yapmayacaksın. Önce vicdanını eğiteceksin, çünkü bir onun doğrusu bir.
Her şeyin yasak olduğu yerde en azından düşünmek serbesttir ve bütün büyük değişimler bir “Acaba?” ile doğar. Söylenmiş sözün üstüne söz söylenir. Fikirler, inançlar vitrinlerde satılan mallar değillerdir, paket olarak alınıp inanılmazlar, savunulmazlar. Eleştirilecek, rötuşlanacak yerleri vardır, üzerine koyulacak bir şeyler. Hayat böyle gelişir, dünya böyle ilerler.
Sana öğretilenleri kafanda evirip çevirmezsen, hep nefret edecek birilerini ararsın ve bulursun da. Nefret dolu birini kışkırtmaktan daha kolay bir şey yoktur ve bir gün içinde katran bağlamış o kinle mutlaka en az birinin maşası olursun. İnsanlar içlerinde bunca nefret taşımasaydı, devletler çarpıştıracak insan bulamazlardı.
Savaşlar hepimizin içinde tohumları duran, kimimizin uyuttuğu, kimimizin yeşermesin diye çabaladığı, kimimizin gerçekten söküp atmayı başardığı nefreti kaşır ve kin tutmuşları kışkırtmanın, birbirine kırdırmanın en iyi yoludur. Savaşları devletler çıkarır, nefret edenler birbirini öldürür.
Oysaki öldüre öldüre bitiremezsin. İnsan zehirleyip kökünü kurutacağın haşere değildir, kaldı ki haşere de candır, kökü kurumaz. Bu mümkün olsaydı her yaz başı televizyonlarda haşere ilacı reklâmları oynamazdı.
Herkesi sevemeyiz, herkes de bizi sevemez. Başkalarının bizde uyandırdığı bütün duyguları, bizim de başkalarında uyandırmamız doğaldır. Bütün ölümlere üzülmeyiz, bazı ölümler bize hiç tesir etmeyebilir. Gelgelelim kendine yaşayacak yer açabilmek için, sevmediklerinin bile canına kıyılmayacak bir alana ihtiyacın var. Nefret ettiklerin ne kadar güvendeyse sen de o kadar güvendesin. Boğulup baş aşağı kıyıya vurmuş bir bebek büyüyünce ne olur kimse bilemez, ama yaşamaya hakkı vardır ve sana düşen bunu savunmaktır. Kavrulmuş veya buzdolabında buz tutmuş çocuklara küfredilmez, senin üzerine düşen hiç değilse söveni ayıplamaktır. İhtimaller üzerinden kimsenin yaşama hakkı çalınamaz, varsayımlar üzerinden kimse mahkûm edilemez. Kimse yerine kendini koy, daha kolay anlarsın.
Bu arada öteden beri savaş dönemlerinde haşere ilacı reklâmları hep artmış. Her gördüğüne, duyduğuna hemen inanmamak lazım. Madem insanı hayvandan ayıran muhakeme gücü diye ısrar ediyorsun, işte ispatlamak için en büyük fırsat.
YORUMLAR