Yaşamak istemek ayıp değil
Acıyı ölçemezsin, yarıştıramazsın. Her zaman en çok ağlayan, en çok üzülen olmayabilir.
Bazen yapmamız gerektiğini düşünüp yapmadıklarımızdan, yapamadıklarımızdan kendimize duyduğumuz öfkeyi başkalarından çıkarmaya çalışıyormuşuz gibi geliyor. Sanal âlemde yol kesip racon kesmelerimizi başka türlü açıklayamıyorum. İşe kendimi de dahil ediyorum.
Gerçek hayat, patlamış mısır yiyerek Pearl Harbor izlemeye benzemiyor. Ve patlamış mısır yiyerek Pearl Harbor izlemekle, elinde kahve bilgisayar başında bilinç aşılamamız biraz birbirine benziyor.
Biz hayatı birbirimize dar etmeye, birbirimizi dikizlemeye, onaylamamaya, ayıplamaya, alay etmeye, nefes aldırmamaya alışmışız. Başka türlü iletişim kurmayı bilmiyoruz, galiba öğrenmek de istemiyoruz.
Yanık kokan delik deşik mahallelerde çocuklar, yaşamak istedikleri için sokağa çıkıp oynarlar. Silâhlar yeniden kusmak için az dinlenirken, insanlar ekmek almaya çarşıya hayatları devam etsin istedikleri için giderler ve bütün bunlar olurken diğerleri aynı nedenden Facebook’ta bir demet çiçek koklarlar.
Sanal âlemde kimin neye mutlu olduğuna bakıp ayar vermek, yas evine girip kimin ne kadar gözyaşı döktüğüne bakıp dedikodu etmekle aynı şey.
Aramızdaki en vurdumduymaz bile evinden çıkmaya korkuyor. Başkaları umurunda değil diyelim, kendi sevdiklerine bir şey olacak diye aklı çıkıyor. Umudunu korumak için getirip ortaya bir demet papatya koyuyor, bir şarkı dinliyor, çocuğunun gülen fotoğraflarını duvarına asıyor. Bu esnada en çok racon kesenimiz ne yapıyor? Çay demleyip içmiyor, sevdiği yemeği yapıp yemiyor mu? Bir şeyler okumuyor, hiç karikatür bakmıyor gülmüyor mu? Sigarasından derin bir nefes çekmiyor mu? Telefonu kulağına dayayıp “Canım... Nasılsın?” demiyor mu ve her kimse o sesini duyabildiğine şükretmiyor mu? Hiç gülmüyor mu? Kimseye sarılmıyor mu ve bunu yapabildiği için iyi hissetmiyor mu?
Kimse günlerini, bir ekrana yüklediği gibi geçirmiyor. Öyleymiş gibi davranmak, duygulara fotoşop. Teknolojinin tesirinin sınırlı olduğu tek alan.
Biz yan yana nasıl duracağımızı hiç bilemedik, galiba bunu hiç de istemedik. Hep birbirimize karıştık, masum sözler bulmaya çalışıyorum, birbirimizin saçını çektik, ayağına çelme taktık, taş attık. Hiçbiri işe yaramadı, sonuç ortada.
Bizim bütün öfkemiz hep konuşmak, kime ne yapacağını söylemek, ama aslında bir şey yapmamaktan. Hepimizin alnında kavga durmuyor ve suçluluk duygusuyla birbirimize saldırıyoruz. Saldırıya uğradığında doğrudan kendini savunmaya geçersin, başka hiçbir şey düşünmeden.
Evden çıktığımızda, hatta evlerimizde canımıza kıyılırken de bunu yapmaktan vazgeçmiyoruz. Bazen ne söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz de önemlidir. Dünyanın en doğru sözünü en yanlış tonda söyleyince karşı tarafa geçmiyor.
Ne yapmak istiyoruz? Gerçekten birbirimize kusurunu, kabahatini söyleyip yanlışı düzeltmeyi mi, yoksa her zamanki gibi lafı ortaya koyup kenara çekilip izlemeyi mi? Eğer ilkiyse, yol yanlış.
Korkuyoruz, sevdiklerimizi korumaya çalışıyoruz ve bazılarımız bir demet çiçekle yaşama bağlanmaya çalışıyor.
Yaşamak istemek ayıp değil.
Yastayız, acı yarıştırmasak.
YORUMLAR