Çok şükür
“Off çok sıcak! Yine mi güneş?”
“Şu elimdeki işler aradan çıksa da kıvrılıp şu kitabı okusam.”
“İşe gitmek istemiyorum!”
“Gene mi telefon? Kim arıyor yine? Bakmayacağım ya of!”
“Oha! 48 mesaj, nasıl okuyacağım!”
“Çalışma masam yok, yatakta çalışmaktan bıktım.”
“Yemek yapmak çok vakit alıyor.”
“Banyo yapmam lazım ama canım hiç istemiyor.”
“Hava almak istiyorum ama hiç sokağa çıkasım, surat göresim yok.”
Güneşin kıymetini evime altı ay uğramadığında anladım, vurduğu avluya hasretle, bir daha hiç benim olmayacakmış gibi bakarken. Elimdeki işler, yapacak işim kalmadığında değerlendi, işim gidecek bir işyerim olmadığında. Telefonun sesi, iki gün hiç çalmadığında kulağıma güzel gelmeye başladı. Uyuyacak yer arar hale gelince yatağımı yuvam bildim. Gece vakti karnım açken, sigortası atan iki göz elektrikli ocak birden hayatın en önemli buluşu haline geldi. Musluğun esirgediği sıcak su, yaşam iksirine dönüştü. Sokağın hayat olduğunu, insana can verdiğini, hiç tanımasam da başkalarının varlığına ihtiyaç duyduğumu bileğim burkulup yatağa çakılınca kavradım.
Fark ettim ki hiç şükretmiyorum. Dilim söylese bile aklım unutuyor. Sahip olduklarımı, edindiklerimi beğenmiyorum, değiştirmek istiyorum. Hep şikâyet ediyorum, işte güneşi bile başkalarına kötülüyorum. İkinci fark ettiğim şu oldu. Şikâyet ettikçe sahip olduklarım bende durmuyor, benden gidiyor.
Durup düşündüm. Hep şükredeceğim, hiçbir şeyi hiç eleştirmeyecek miyim? Hep memnun mu olmalıyım? Yok bir şey yok, her şey çok güzel ve çok iyi mi demeliyim? Yanağıma biri vuracak olsa diğer yanağımı mı uzatmalıyım? Bütün bunları niye yapayım? Sahip olduğum hiçbir şey beni terk etmesin diye mi? İyi ama bu da hayatla pazarlık değil mi? Şükrederek hayatla pazarlık edilir mi?
Böyle değil. Sahip olduklarını fark edip “çok şükür” demek, her şeyden önce huzur, sükûnet ve kıymet bilme hali. Bir şeyi ancak fark edersen ve değerini bilirsen koruyabiliyorsun. Yoksa hoyratça harcıyorsun.
Eleştirmekle şükretmek çelişmiyor mu? Eğer “böyle olmaz” dedikten sonra sence nasıl olacağını söylüyorsan hayır. Nasıl olacağını gösteriyorsan hayır. Sükûnetini koruyarak yapıyorsan hayır. Ama hiçbir önerin, alternatifin yoksa ve sadece kötülüyorsan, haklı bile olsan, ettiğin lafın hükmü yok. O zaman kendini kötü, çaresiz, güçten düşmüş hissetmekle kalmıyor, kötülediğini de kendine karşı kendi ellerinle biliyorsun.
Sadece sahip oldukların değil, içinde bulunduğun durum ve şartlar için de şükretmeyi bilmek gerek. Ne kadar kötü durumda olursan ol, emin ol daha kötüsü var o durumun. Şöyle bir geriye bak, böyle olduğunu görürsün. Beterin beteri gerçekten var diye betere şükredip oturmak mı lazım? Hayır, betere şükretmek, beterin yaklaşan beterini durdurmak için gereken gücü kendinde bulmana yarıyor.
İnsan sahip olduğu basit şeylerin, sıradan mutlulukların ve özgürlüklerin değerini, onlardan mahrum kalınca anlıyor. Mahrum kalmamak için önce nelere sahip olduğunu fark etmek, hatta nelere hâlâ sahip olduğunu fark etmek, hepsine tek tek şükretmek gerekiyor. Bunları kaybetmemek için, kaybettiklerini yeniden alabilmek, gerekiyorsa baştan yaratabilmek, bu gücü kendinde bulabilmek için.
“Çok şükür”, bizim zengin dilimizin yan yana yakıştırdığı en güzel iki söz. Bir tane daha var aslında, şükür haline geçerken iyi gelen, “Bu da geçer yahu”.
Okullar açılırken içimden bunlar geçti.
YORUMLAR