İçinden geldiği gibi

Dağ başında bir otel. Otel dediğim ranzalı, on odalı bir yer. Tiftiklenmiş battaniyelerin serildiği çarşaflarla yastık başları bembeyaz. Yatakların demirleri eski ama paslı değil. Taş zeminde halı yok, toz da. Küçük, eski bir ahşap dolap var odada, bir de çatlak lavabo. Uyuduğum yer, ormana bakıyor. Pencereyi açınca içeriye çam kokusu doluyor.


Sabah kahvaltısı basit. Reçel, kızarmış esmer ekmek, kahve, sıcak süt. Önümdeki çıplak kavanozun üzerindeki etikette, el yazısıyla yazılmış iki kelime duruyor, “kavun-muz”. Sabahın şu erken, serin vaktinde reçelli kızarmış ekmeğim kahveyle buluşunca kimyam değişiyor. İçime yayılan duyguyu ifade edecek tek kelime var, “mutluluk”.


Yan masadaki kavanoza bakıyorum, “Çilek-nane” yazıyor. Arkaya dönüyorum, “Dut-armut”. Biraz ileridekini okumak için kalkıyorum, “Yeşil domates”.


O sırada elinde sepetle kızarmış ekmek takviyesine gelen kadın, “Mmm... Çok lezzetliler, hepsini tadabilirsiniz.” Yeşil domates reçeli çok güzel. Damağımdaki bu tadı korumak istiyorum.


“Siz mi yapıyorsunuz?” diye soruyorum. “Hayır” diyor. Otelin sahibinin adını söylüyor. “O yapıyor.” Birazdan otelin sahibi geliyor. “Beğendiniz mi?” diyor. Annesiyle babasının evine gittiği zaman yapıyormuş. Sonra hepsini buraya taşıyormuş. “Meyveleri ziyan etmeyi sevmiyorum” diyor, “atmak yerine reçel yapıyorum. Meyvelerin olgunluğuna, miktarına göre reçellerin tadı değişiyor. Ne bileyim, hep deniyorum, her defasında yeni bir şeyler çıkıyor ortaya.


Ufacık tefecik, topluca, sanki dünyanın en mutlu insanı gibi gülen diğer kadın, sabırsızca lafa giriyor. “Geçenlerde bir kabak denedi ki... İçine tarçın katmış... Muhteşemdi, muhteşem... Burada bütün yiyenler bayıldı.” Anlatırken yutkunuyor, o an gerçekten o kabak reçelini yeniden tadıyor. Günü börtü böcekle geçirmeye çıkarken “Akşama lazanya var, buradaysanız adınızı yazdırın” diyor. Belli ki onu da çok güzel yapıyorlar. Tatmaya zaman yok. “Bir dahaki sefere.”


Eve dönerken aklım yeşil domates reçelinde. Ben de kendi ocağımda reçel yapmak istiyorum. Reçel yapmayalı ne kadar oldu, hatırlamıyorum. Yeşil domatesi nerden bulacağım derken, kızarmaya fırsat bulamadan dalından ayrılmış koca bir yeşil domates beni buluyor.


Kaynatırken raftaki keçiboynuzu pekmezine takılıyor gözüm. Niye olmasın? Bir kaşık ekliyorum. Tarifin adı belli: içinden geldiği gibi. Gerçekten başka yerde yok. Bir dahaki sefere aynı tat olmaz, ama başka türlü olur. O da güzel, hatta belki daha güzel olur.


Akşamüzeri markette lazımları alırken, fırsat sepetinin önünde duruyorum. Aralarında bugün yarın yenmezlerse çöpe gidecekler var. Beşte biri fiyatına etiket vurmuşlar. Yumuşamış muz torbasını alıyorum. Evde dilimleyip içine limonla beraber portakal da sıkıyorum, biraz da elmayla tarçın ekliyorum. Kompostoyla reçel arası bir şey çıkıyor ortaya. Tadı çok güzel. Bir dahaki sefere elmasız deneyeceğim.


Balkon kapısını açarken, yerde kendiliğinden bitmiş nanelere gözüm takılıyor. Dağ başındaki otelin kahvaltı masalarından birinde duran dut-nane reçeli geliyor aklıma. O naneler kaç aydır orada duruyor. Aklıma onları toplayıp kurutmaktan başka bir şey gelmemişti.


Düne kadar “Tuvalet banyo ortak mı? ı-ıh” diye burun kıvırıp asla adım atmayacağım bir yerde, dağın başında bir otelde, unutmamak üzere öğrendiğimi sanıyorum. Elinin altında, yanı başında seni mutlu edecek çok şey var. Onları atmak da sana kalmış, alıp mutluluğa dönüştürmek de.


Şimdi naneleri toplamaya çıkıyorum. Dün topladığım böğürtlenleri reçel yaparken içine katacağım.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir İçinden geldiği, elinden geldigi, degerlendirdigin gibi. Küçük mutluluklara inandığını kadar yaşam.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.