Mutlu olmayı öğrenmek
Siz, mutlu olabiliyor musunuz? Ya da şöyle sorayım, mutluluğu yaşayabiliyor musunuz?
Bende durum nedir, anlatayım. Mesela harika bir haber aldım diyelim, tam ona sevinirken aklıma hemen “İşte bak gördün mü? Buna seviniyorum ama ya bana bir şey olursa? Ya kursağımda kalırsa” düşünceleri geçiyor. Böyle sanki her an telefon çalacak, kötü bir haber alacakmışım gibi geliyor. Ailemle ilgili bir şey olduğunda da anında kötü bir şey olabileceğini düşünüp o mutluluğu kendime zehir ediyorum. Bir yazı yazıyorum. Kırk kez okuyorum “Şu cümleden sonra şunu düşünüp yanlış yere çekerlerse, olay istemediğim bir yere giderse” diye yazıyla vedalaşamıyorum. Yani görünen o ki, “Aslında mutluyum zannederken mutlu olamıyorum”
Gece bir yere gittik diyelim, arkadaşlar, müzik dans… Ertesi sabah kalkıp “ay ya birine kötü bir şey dediysem” diye kahrediyorum kendimi. Ki hani her şeyi hatırlamama rağmen. Bunu neden yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yok. Bir sene psikologa gittiğimi söylemiştim. Sonra Amerika’ya gitti, ara verdik. Geçen hafta buluştuk. Arkın’a “görünce boynuna sarılacağım” diyordum, öyle de oldu. Saatlerce konuştuk.
Tam o sırada benim çıkmak üzere olan kitabımın taslak kapağı geldi. Başladım ağlamaya… Mutluyum, çok mutluyum derken dönüp: “Aslında bu aralar kontrole gitmem lazım. Şimdi gitmezsem, Ocak’ta gidersem ya bir şey olursa, kaçırırsam, sonra bütün bunlar burnumdan gelirse” dedim. A eser kalmadı o az önceki heyecandan. Tabii bunu üzerine “mutlu olmayı, mutluluğu yaşamayı” çalıştık. Yani olabileceğim en doğru yerdeydim o sırada.
Ne ilginç değil mi? Resmen sevinemiyormuşum. Çok güldükten sonra “aman ağlamayalım şimdi”, “ay aman aman nazar değer kimselere anlatma mutluluğu” kodları işlenmiş beynime. Ya da bir başkasının beni her an mutsuz edebileceği.
Gözümü kapatıp hayal kurarken bile savunma, daha doğrusu “hayatta kalma sistemi” giriyor devreye. Şöyle yaparsan bu olur, böyle dersem şöyle olur. Evet kötü senaryo tam da bu fakat bak iyi yanı da şu gibi gibi sürekli denklemler geçiyor aklımdan.
Sonra arkadaşlarıma sordum. “Siz” dedim, “mutluluğu sürdürebiliyor musunuz?” Belki benim kadar ileri boyutta olmasa da çoğu hepimizde aynı endişe söz konusu. Aman çok güldük, arkadan ağlamak gelmesin.
Niye gelsin? Niye güldüm diye ağlayayım.
Zaten onca şeyle mücadele ediyoruz gerek iş gerekse özel hayatlarımızda. Neden mutluluğu çok görüyoruz kendimize?
Neden yüksek sesle “mutluyum ulan, mutluyum işte” diyemiyoruz?
Neden mutluluğu paylaşmaktan çekiniyoruz ama diğerlerini bangır bangır yazıyoruz? Herkes mi kötü gözle bakacak yani?
Birinin sözüyle mi bozulacak her şey?
O günkü çalışmanın ardından, bu senaryoları yasakladım kendime. Hatta cumartesi akşamı çıktık. Pazar sabahı Arkın “Hayret, bana bir şey sormuyorsun” dedi. Anladım ne söylemek istediğini. “Hayır” dedim, “sormayacağım.” İçim içimi yedi azıcık ama tuttum kendimi.
Ya da işte dediğim gibi içimde sonsuz bir heyecan var. Koşup ayaklarımı birbirine değdirerek zıplamak istiyorum. (Gerçi yapamıyorum zıplamak hâlâ yasak ayağım nedeniyle)Bu duyguyu yaşamak istiyorum. Sonuna kadar yaşamak. Kötü senaryo kurmadan. “Oramda, buramda ne var” demeden. Sadece iyileri düşünerek. O travma yanım, her ne için öyleyse, bir an önce kendine gelmesini dilerim. Dışarıdan bakmaya çalışıyorum o yanıma, diyorum “Git, sen eskide kaldın. Bu korkuların eskiye ait. Şimdi bugündeyiz. Sen devreye girme artık.” Bence siz de deneyin. Çok etkili oluyor.
Şaşkınım kendime bunu yaptığım ve her anımı zehir ettiğim için. Kızgınım da. Diğer yandan da çözmeye çalıştığım, bunu çözebilmek amacıyla uğraştığım için de “aferin” diyorum.
Sizinle de paylaşma nedenim şu ki: Eğer aynısını yapıyorsanız, vazgeçin bir an önce. Kızıma da asla “ay çok güldük şimdi ağlayacağız” gibi cümleler kurmayacağım, onu kodlamayacağım. Çevreden elbet duyar da benden çıkmayacak o cümle.
O zaman… Çok mutlu olmaya diyeyim… Hepimizin mutluluğuna…
YORUMLAR