Neyse ki acı, hayattan büyük değil!

Yılın son yazısının başına oturmuşum. Televizyon tam karşımda. Bir buçuk yıldır, Datça’ya göçüp gittiğimden beri ilk kez baştan sona haber bülteni izliyorum. Hayatın kirden, pastan, pis kokulu kısır döngülerden ibaret olmadığını, zeytin ve badem ağaçlarının, denizin, bulutların, dağ çileklerinin daha gerçek ve ait olmak istediğim bir hayata dair olduğunu düşündüğümden, bir arınma süreci gibiydi kendimi televizyon çamurundan uzak tutmak. Başkentim artık Ankara değil, zeytin ağaçlarıydı; buydu kendime beyanım. Haber alma mecramı sosyal medya olarak belirleyip çekilmiştim kendi dünyama.



Lakin insanın bazen birikmiş acılara karşı içinin soğumasına çok ihtiyacı oluyor. Deniz, erken patlayan badem ağaçlarının bembeyaz çiçekleri, her sabah "en güzel mucize benim" diye doğan güneş bir nefes, bir merhem oluyor belki yaşananların acılığına ama yok etmiyor o acıyı; acıyı yok edecek tek şey olan, gideni geri getirmiyor. Çok fazla acı var bu memlekette. Bu cümleyi bile çiğ kılacak kadar çok acı.



Sevgi Soysal’ın “Yürümek” romanında içime kazınan bir acı tarifi vardır. Son günlerde yeniden okuduğum için satırlar aklımda taptaze. Ege’de kendi halinde ufak bir ada... Kıyıya yanaşan motora kucağında sımsıkı sarıldığı keçisiyle bastonlu, yaşlı bir Rum biner. Büyük bir dalganın motoru sarsmasıyla ihtiyar dengesini kaybeder, başını motorcunun taşıdığı bir somyaya vurur ve keçiyi denize düşürür. Bütün yolculardan bambaşka, kalpten gelen bir telaşla kurtarmaya çalışır keçiyi, başaramaz. Der ki Sevgi Soysal “Alnından sızan kanla duruyordu öylece. Sonra kalktı, çok, en çok ağlayan bir gözden daha çok ağlayan, ama tek bir damla gözyaşı bile dökmeyen gözlerle baktı denize. Sessiz. Başı şişmişti. Acıyor muydu? Bu adam acıyı bilir. Acıyı ayırt etmeyi, önemli acıları önemsizlerden ayırt etmeyi. Başı acımamış olabilir, bir somya, somyasıyla hain bir takacı onu hiçbir zaman acıtmayabilir. Yalnızca keçisi, kollarında bir bebek gibi tuttuğu keçisi için ayırmıştı acısını.”


Acıları ayırt etmeyi öğrenen, öğretilen toprakların insanlarıyız biz. Cana dair öyle çok acı var ki ortalıkta, acımızı somyayla yarılan bir baş için ayırma lüksü yok hayatlarımızda. Ve yine o kadar çok önemli acıyla çevrili ki etrafımız, basit, gündelik, sıradan acılardan söz edemiyoruz bile. Utanıyoruz. İnsanlar sokaklarda gaz bombaları altında yaralanır, ölür; gözaltındayken başına bin türlü hal gelir; kadınlar, çocuklar şiddetin bin türlüsüne maruz kalırken, misal çektiği aşk acısından bahsetmeye utanıyor insan ya da başım ağrıyor, siyatiğim azdı falan gibi cümleler bir toz bulutu gibi saçılıyor ortalığa, yer etmiyor. “Ne acılar var biliyor musun sen? Haline şükret, lafını etme bunların!” azarını işitmekten korkuyor. Kimse demese de, hiç olmadı kendi kendine çekecek zılgıtı.


Tüm bu kirlilik ve çalkantılar arasında İstanbul’daki son günlerini geçiren bendenize gülümseme yine Datça’dan geliyor. Akşamüstü maillerimi kontrol ediyorum ve şu satırlarla karşılaşıyorum: Blogunuzda Datça’da yaşadığınızı ve Japon yönetmen Miyazaki’nin Ponyo’sunu çok sevdiğinizi okuduk. Eski Datça’daki pansiyonumuzda pazar günleri çocuklara Miyazaki filmleri gösteriyoruz. Yolunuz düştüğünde bir kahvemizi için lütfen!


Yaşadığım yeri sadece denizinden, bulutundan, ağacından, çiçeğinden dolayı sevmiyorum. Bunlarla bir olarak yaşamasını beceren, sinemanın, bahçedeki ağacı en güzel anlatan halini çocuklara her pazar gösteren böyle insanlar yüzünden de seviyorum. İstanbul seyahatim sonuna yaklaşıyor ama İstanbul’la Datça arasına Antalya giriverdi. Beklenmedik, sürprizli bir programın ucuna takılıp Bey Dağları’nın yamacına gidiyorum. 2014’ün ilk günlerinde Antalya’nın falezlerinde durup solumda denize, sağımda Bey Dağları’na söyleyeceğim yeni yıldan istediklerimi. Bu sene de böyle deneyelim bakalım.


İyi seneler!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.