Yaşar Kemal okudun mu Türkiye?
Kitaplarla başka bir dünyanın var olduğunu keşfedişimi çok net hatırlarım. İlkokul dördüncü sınıftayım. Daha yakın takıldığımız dört kız arkadaşız. Bu genel durum haricinde detayların hafızamda çok da yer etmediği dönemler aslında. Tek bir şey hariç. İçimizden biri – en popüler olanımız olması da ayrı bir etki belki – çantasında, kolunun altında sürekli kitap taşıyor; bir gece önce yatmadan bitirdiği hikayeden bahsediyor; çok sevdiği başka bir hikayeyi üçüncü okuyuşu olduğunu falan anlatıyor. Benim o dönemler hiç tanımadığım heyecanlar bunlar. Lakin tutkulu anlatışlar, onu elinde kitapla gördüğüm tüm o kareler vücudumda içeri sızacak çatlaklar buluyor belli ki. Yeni bir dünyaya giriyorum, kitaplarla tanışıyorum.
Ufacık bir çocukken bile bir insanın diğeri üzerinde nasıl etkili olduğunun net örneğidir arkadaşımın tutkusuna imrenerek kitap okumaya başlayışım. Ve farkında olmadan aramızda kitaplarla oluşan bir bağ kurulduğunuysa, görüşülmeden geçen yıllardan sonra bile bana Clarissa P. Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar”ını okuduğunda aklına benim geldiğimi ve mutlaka bu kitabı okumam gerektiğini yazdığı mesajını alınca anlamıştım. Kitabın hayatımı ve kendimi dönüştürmemde ne kadar etkili olduğunu anlatmam içinse bu yazı yetmez. Var oluşuma iyi geldiğini bulduğum ne varsa bu kitabın hikayeleri üzerinden yükselir.
Her ilişkinin daha öte yakınlıklar barındırması gerekmiyor. 10’lu yaşlarımıza varan bu arkadaşlığın dayanağı da hep kitaplar ve yazı oldu böylece. O beni okudu, ben onu okudum. Haberimiz olsun olmasın ilham veren nice an birikti belki de. HTHayat’ın yayın direktörü Damla Çeliktaban’la benim penceremden hikayemizdir bu. Bu bağı aklıma yeniden getirip yazdıransa Yaşar Kemal…
Evet, kitaplarla tanışmam ilkokul dörttür ama edebiyatla tanışmam ilk Yaşar Kemal okuyuşumdur. Daha sonra kimbilir kaç kez okudum ama ilk okuyuşum ortaokuldu İnce Memed’i. Bir insanın yazıyla nasıl yolculuk edebileceğini, görmeden görebileceğini, yaşamadan yaşayabileceğini anlamıştım ilk. İlk elli, altmış sayfa adım adım Çukurova’yı tasvir edişi çömez bir okuyucuyu bile sıkmadan, tam omurgasından yakalamış, hiç bırakmamıştı. Güçle yaratılan adaletsizliği, ezeni, ezileni, en kuvvetli insani gücün sevda olduğunu tanımıştım ilk. Özal’ı televizyonda her görüşümde “ne istiyorsunuz bu tonton adamdan?” dediğim annem ve babamın şikayetlendiği o adaletsizliği, çürümeyi tanımıştım. Kendi rahat, steril yaşam alanlarımdan ilk çıkışımdı Yaşar Kemal okuyuşum. Gerçek bir barışın insan olan kimseye zarar vermeyeceğini, kendi ülkem ve milletim de dahil olmak üzere asla zulmedenin yanında olmamayı, zulme karşı çıkmanın kendi yaptıklarını da söyleyebiliyorsan bir değeri ve anlamı olduğunu, özümün bir millet ve ülkeden ziyade önce insan olmaktan geçtiğini ilk ondan öğrendim.
Oysa şimdi onun ardından hiç Yaşar Kemal okumamışçasına insanlarına zulmeden bir Türkiye’nin vatandaşı olarak yazıyorum bu satırları. Bu ülke Yaşar Kemal okumuş bir Türkiye değil. Tek bir tanesini bile yazmış olsa “insanım ve aynı zamanda yazarım” diyen bir kişinin büyük edebiyatçı sayılacağı onlarca roman kaldı geriye. Okumayanı çok, okuyanının da sızlanmayı çok sevdiği canım ülkem, hangimizin bedeni kalmış bu dünyada? Peki ya hangimizden geri böyle bir insanlık külliyatı kalacak geriye? Hala yaşıyor olmayı sadece nefes alıp vermekle karıştırmasak ve ortalığı Yaşar Kemal aforizmalarıyla doldurmayı bırakıp kitaplarını daha çok okusak, daha çok okutsak… Artık aramızda olmamasının acısından bir fayda yok. Ama geride daha kimbilir kaç nesli besleyecek, onun hala yaşadığının ispatı onlarca eser kaldı.
Yeni yetme bir gence bir romanını hediye etmek kadar değerli olabilir onu özümseyerek okuduğunuzun ispatı. Madem büyük adımlar atamıyoruz dünyayı değiştirmek için küçükleri atmaya engel ne? Başka birinin hayatının Damla’sı olmak o kadar da zor değil.
YORUMLAR