Bakımlı olma yükümlülüğü ve müşterek hayat
Son zamanlarda sosyal medyada dolanan bir video var. İleri yaşlarda ve oldukça bakımlı bir kadın kocalarını ellerinde tutmaları için kadınlara bakımlı olmalarını öneriyor. Sanki yüzyıllardır patriarkal düzenin bir dayatması değilmiş de kendi hayat deneyimi ile elde ettiği orijinal bir fikirmiş gibi üstelik. Hani hastalıkta sağlıkta bir arada olmak üzere taahhüt veriyordu çiftler? Madem partnerimize bakımlı olma yükümlülüğümüz var, bu neden tek taraflı olarak sadece kadınların yükümlülüğü?
Bu sığ fikirlerin engin kadim bilgiymiş gibi dolaştığı ve çok izleyici topladığı içerikler genelde benim sinirimi çok da bozmaz. Açık konuşmam gerekirse belli bir yaşın üstündeki bir insandan gelen çağdışı bir fikre de pek aldırış etmem. "Onun da öğrendiği o" der geçerim. Görece genç kişilerden bağnaz fikirler duyduğumda sarsılıyorum. Fakat bu defa hakkında yazmaya değer buldum çünkü bu kez küresel şekilde ve ekstra bir çabayla cinsiyetçi tüm tutumlar yaygınlaştırılma eğilimde sanki.
Kadınlar bakımlı olmalı, nasıl göründüğünü önceliklendirmeli tutumu, kadınlara partnerlerinin gözüne hitap etme borcunu yüklediği gibi kadınların mini mini narin çiçekler olduğu fikriyle kol kola. Bunun devamında “kızlar bizi iş hayatına kim itti, ne güzel evde kurabiye yapıp çay demlerdik, şimdi işyerlerinde sürünüyoruz” lafları geliyor. Tehdit yarattığını düşündüğüm yerler biraz buralar. Bu fikrin alıcısı da yaygınlaştırıcısı da daha çok.
Öncelikle ev hanımlığı tanımından başlamak isterim. Arkadaşlar, ev “hanımı” olabilmek en başta “hanım/bey” olabilmekten geçiyor. Yani tamamen sınıfsal. Malumunuz olduğu üzere aristokraside çalışmak fakirlerin işidir. Soylular çalışmaz. Balolar düzenler. Kadınlar da çalışmaz, erkekler de çalışmaz. Tüm işleri diğerleri yapar. Çalışmak zorunda olmak zaten utanılası görülür. Yemek, temizlik, çamaşır; bunların hepsi iştir. Ev hanımlığı adı altında sanki “hanımlık” gibi lanse edilen iş tanımı aslında ev işçiliği. Evet kendi işin, evet saatlerini sen belirliyorsun, evet her gün aynı saatte dışarı çıkıp toplu taşımalarda saatlerce yol gitmen gerekmiyor, evet zalim yönetici riski yok, işyerinde taciz riski yok (ya da daha az diyelim). Ama “iş” olarak görülen diğer işlerle elde edilen tüm menfaatlerden de mahrum.
Ne bunlar? En başta ücret. Koyduğunuz emeğin bir karşılığı olarak ücretlendiriliyor değilsiniz. İş güvencesi, sağlık hizmetlerinden faydalanma, emekli olma, yıllık izin, kıdem tazminatı; bunların hiç biri yok. Daha ebeveynliğe gelmedim ki ağır fazla mesai gerektiren esas kalemi orası oluşturuyor. Gel gelelim doğası gereği “iş” olarak bakılmasını hiçbir senaryoda kafamda normalleştiremiyorum. O yüzden bu konuyu konuşmayı daha ayrıntılı olmak üzere müstakil başka bir yazıya bırakıyorum.
Şimdi bu aslında iş olan ama iş muamelesi görmediğinden özlük haklarından faydalandırılmayan ev hanımlığı fenomeni var ya; işte onun mücadelesini de feminizm veriyor. Bana dost tavsiyesi soran olursa "ne olursa olsun ücretli bir işte çalışmayı bırakma, mutlaka bağımsız bir gelirin olması için didin" derim. Fakat feminizm özünde bunu demez. "Nasıl bir hayat yaşamak istiyorsan, öyle bir hayat yaşamayı sen seçmelisin ve bu süreçte gasp edilen hakların varsa feminizm bunun için mücadele etmektir" der.
Haklar ödevlerle gelir. Temel vatandaşlık dersi bilgisi. Elbette ki cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadele etmek, cinsiyete dayalı ayrıcalıklarla mücadele etmeyi de beraberinde getirir. Bütün mesele eşitlenmek üzerine. Turnusol belli. Kadınlara “bakımlı ol ki eşinin gözü dışarı kaymasın” diyerek, eşin gözünü dışarı kaymasını meşrulaştırıyor ve bunun sorumluluğunu kadına yükleyebiliyorsan; aynı cümleyi erkeğe de kurabiliyor olman gerekir. Aksi halde adına cinsiyetçilik diyoruz.
Çalışacağız. Eşitleneceğiz. Haklarımızı da söke söke de olsa alacağız.
YORUMLAR