Yoldan çıkmanın hesabını yoldan çıkmamışlar sorar
Şöyle bir iddiam var; bir kişi bir konuda çok zorlanıyor ama kendini zorlaya zorlaya da olsa o şeyi yapıyorsa, kendini zorlamayıp yapmayana çok öfkeleniyor. Bunu ilk kez geçtiğimiz Ramazan ayında düşünmüştüm, sonra çokça örneğini fark ettim. Kısaca anlatmaya çalışayım.
Diyelim ki oruç tutuyorsunuz ve çok zorlanıyorsunuz oruç tutarken. Bir sigara keyfiniz var, perişan oluyorsunuz kendinizi o keyiften mahrum bırakırken. Sonra karşınızda biri püfür püfür içiyor sigarasını.
İşte o kişiler kendilerini zorlaya zorlaya oruç tutunca; keyfine bakana, kendini zorlamayana ve oruç tutmayana öfkeleniyor. İslam’da çan eğrisi yok malum. Herkesin sevabı günahı kendine. Bir kişiye sırf oruç tutmadığı için kızmak, o kişiyi yargılamak aslında kızan/yargılan kişi hakkında çok şey söylüyor.
Benzer bir durumun örtünmekle de ilgili olduğunu düşünüyorum. Örtünmeyle ilgili çok zorlanan ama yine de bir gereklilik olduğu inancıyla örtünen kişi örtünmeyene öfkeleniyor. Bunlar elbette benim kişisel gözlemlerim. Bilimsel bir dayanağı yok. Ruh sağlığı uzmanı da değilim. Fakat toplumsal dayatmaların politik arka planları da var malum. Gökten zembille inmiyor.
Meseleyi farklı farklı şekillerde genişletmek mümkün. Kriter olarak seçtiğim husus şu; bir kişiye sırf o kişinin yaşam biçimiyle ilgili, bu yaşam biçiminin sizinle hiç ilgisi olmadığı halde, birebir ve doğrudan sizin yaşamınıza hiç temas etmediği halde sinirlendiğiniz oldu mu? Büyük ihtimalle bu sinirlenme hali, o kişi ile değil sizinle ilgili çıkıyor.
Diyelim ki tanıdığınız biri çok tembel. Ama birlikte iş yaptığınız ya da ailenizden biri değil. Komşunuz diyelim. Onun tembelliği doğrudan sizin hayatınıza etki etmiyor olsa dahi bu tembelliğe çok öfkeleniyor, içten içe bu kişiye kuruluyorsanız belki de çok çalışmakla (ya da çok çalışmak zorunda olmakla) meseleniz olması ile ilgilidir. Burada o kişinin üst ekonomik sınıfta yer almasından elde ettiği ayrıcalıklarından bağımsız bir konudan bahsediyorum. Böyle bir sınıfsal ayrıcalık olmaksızın öfkelenme mümkün çünkü.
Tüm bu tespitlerimi feminist çıkarımlara getirecek olursam, bağlayacağım yer esasen ana-kız çatışmaları noktasıydı. Malum bu coğrafya kadınları zapturapt altına almak için var gücüyle uğraşır. Bizden bir nesil önceki analarımız şüphesiz daha baskıcı bir ortamda yetişmişlerdir. Çoğu zaman bu baskı ortamını içselleştirirler, normalleştirirler. Olması gereken böyle olduğu için böyle davranıldığına kendilerini inandırırlar. Bu haliyle içinde yaşaması, bununla baş etmesi daha kolay hale gelir çünkü. Bir nesil sonra bakar ki kendi kızı buna itiraz ediyor, “olması gerektiği” gibi davranmıyor; orada bir “hayrola?” anı başlıyor.
İlk refleks elbette ki kaygı. Ezberlerini bozması gerekmesinin kaçınılmaz kaygısı. Fakat zaman içinde o sınırları aşan, “yoldan çıkan” kızların başına korkulan şeyin gelmediği ortaya çıkınca bir iç burukluğu, bir kandırılmış hissi peyda oluyor. “Madem mümkündü bu haliyle aileden dışlanmamak, ben de itiraz edebilirdim” çıkarımının hüznü beliriyor. O öfkeli hallerin bir kısmı da yaşanamayan hayatlardan ileri geliyor.
“İnsan evladını kıskanır mı?” gibi ezberlere girmeden dosdoğru söylemek isterim ki evladına kendi görmek istediği şekilde ebeveynlik yapan herkes bence evladına gıpta eder. Zehirli ve yaralayıcı bir duygudan değil, insani ve kaçınılmaz bir sonuçtan bahsediyorum. Yoldan çıkma cesaretiniz, yüreklendirenleriniz çok olsun.
YORUMLAR