Dedelerimi sinemada tanıdım
Ben dedelerimi tanıyamadım. Ne yazık ki... Heidi'nin dedesi Alp Dede'yi küçükken dede bilmem, kendimi Heidi sanmam da ondan. Lakin küçükken içini yalandan da olsa masallarla doldurduğun boşluklar büyüdükçe açılır, içi dolmaz olur. Hem o küçükken yazdığın masalları büyüyünce yazamazsın. Ellerinden bütün ilham perilerin alınmış, hayatın sonu mutlu bitmeyecek bir masal olduğunu da fazlasıyla anlamışsındır. Ama işte Çağan Irmak küçüklüğünden kalan masallara sahip çıkmış, "Dedemin İnsanları"nı çekmiş.
Sinemadayım. İlk gün, ilk matine. İki hanım var gişe sırasında, yakalarında Atatürk rozetleri, saçları taze çekilmiş fön kokuyor. Tatlı pembe rujlarını sürüp gelmişler de gişede işleri bitecek gibi değil, bilet parasından şikayetçiler. Emekliler için yapılan bilet indirimini de az buluyorlar. Lakin 11 matinesinde de içecek + mısır mönüsünü değerlendirmekten de uzak değiller. "Sabah sabah o mısır mideyi nasıl kaynatır" diyemiyorum. Onlara göre yeni kuşağım ben, onlar bu kuşağı beline bile takmaz değil mi? İki kuşağız, koca salonda üçümüzüz.
Film başlıyor, ilk cümlesinde neyle karşı karşıya kaldığımı anlıyorum, gözyaşlarım da benle beraber anlıyor. Kalanların, gidenlerin, sadece gitmek zorunda kalanların hikayesinin tam ortasındayım. Filmi seyrederken 5 kişiyim. Anneannem, babaannem, hayata geldiğimde benden çok önce göçmüş gitmiş 2 dedemleyim.
Hayatım hem anneannemden hem de babaannemden dedelerimi dinleyerek geçti. Anneanneme ben "Dedem seni çok mu sevdi anane?" diye sorarken, kardeşim babaanneme "Dedem seni ilk ne zaman öptü Hikoşum?" dedi. İkisi de hep güldüler sorularımıza, "Ah kuzuuuum" derdi anneannem, başlardı anlatmaya. Babaannem, "Ah deli bu çocuk, hadi gidin başımdan, böreği yaktıracaksınız bana" diye kardeşimi koridora kovalardı.
Annemin babası, Ahmet Dedem, Eskişehir'de Sivrihisar'da köyün ileri gelenlerindendi. Otobüs firması vardı, otobüs firmasının işinden gücünden çok köyün fakirleriyle, delileriyle ilgilenirdi. Çakır gibi masmavi gözleri, sarı saçları vardı ve anneanneme çok aşıktı. Köyün kadınları Ahmet Dedemin arkasından bakarken o köyün fakirlerini alır eve getirirdi. Avluya girerken seslenirdi: "Meliha, sofraya 10 tabak daha koydur. Ben hamama gidiyorum." Hamama gidip, herkesi yıkayıp, tertemiz giydirip, berbere götürüp tıraşlarını ettirip eve getirirdi. Annem bu sofrada büyüdüğünden hiçbir zaman 4 kişilik yemek yapmayı bilemedi. Babası Ramazanlar da dahil 12 ay içer, meyhanenin önünde duran küfenin içinde eve getirilirdi. Anneannem gülerdi, annem babasına sarılırdı. Dedem fotoğraflarında hep dik otururdu, kucaklarına çocuklarını alırdı, masmavi bakardı, o gözlerini aileden kardeşime bırakıp gitti.
Babamın babası Selim Dedem, terziydi. Üsküdar'da Fıstıkağacı'nda dükkana "Selim Bey, şöyle belimin inceliğini gösterecek, çok da kapalı olmayan elbiseler dikiver bana" diyen güzel mi güzel göçmen, çingen kadınlar da ziyareti aksatmıyordu. Babaannemse kıskanç mı kıskanç! Dükkanı uzaktan kesiyor, yetişemediği zamanlarda gönderiyordu 5 çocuğundan birini. "Babanıza söyleyin akşama ona en sevdiği Arnavut ciğerinden yaptım" dedirtiyordu. Dedem bunları duyunca güler, "Ananıza söyleyin, en çok onu sevdim" derdi. Dedemi bir kalp krizi 42 yaşında alıp götürdükten sonra, babaannemi ne manifaturacılar istedi de babaannem varmadı kimselere... Babam, babasından kalan dikiş yeteneğiyle, “Kızım dedeniz öğretti bana sökükleri dikmeyi, getirin okul eteklerinizi” dedi, her zaman eline iğne-iplik annemden daha çok yakıştı. Babam, “Al bakalım, eskisinden sağlam oldu, ananız dikemiyor” dediğinde, benim aslında dedeme baktığımı hiç bilmedi.
Dedim ya; ben dedelerimi tanımadım. Hep dedesi olanlara özendim. Dedelerimle bir oturup da rakı içemedim. Hep anlatılanlarla yetindim. Dinlediğim masallardan ölçtüm biçtim, iki kahraman yaptım. "Dedemin İnsanları"nda Çetin Tekindor'un oynadığı Mehmet Bey, benim Ahmet dedemdi. Köyün evsizini, aklı bir aşk yüzünden kaybolanı hamama götüren, berbere götüren biliyorum benim dedemdi. Torununa kızdığından arabayı sürerken torunu arabaya almayıp da yanında koşturtan, bir yandan da “Seni kerhaneci seni!” diye azarı basan benim Selim Dedemdi. "Seni kerhaneci seni" lafı, dedemden de babama miras kalmıştı, şimdi babam torunu Efe’ye çok kudurduğunda, “Seni kerhaneci seni” diyordu.
Beni görmeden giden, sadece mezarlarında gördüğüm, fotoğraflarından kahramanlar yaptığım dedelerimle bu filmle tanışacağımı tahmin etmemiştim.
YORUMLAR