Hadi artık tadında bırakın!

Sayılı gün çabuk geçiyordu değil mi?



Yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz ve aaa bir de bakmışız ki açlık grevleri sona ermiş olacaktı değil mi?



Öyle olmadı işte…


Diye diye 64. günü bulduk.



Beraber yaşamayı beceremedik, bari hep beraber ölelim.



Yan yana mezarlarımız olamadı, yan yana kıvrılıp yatamadık musalla taşında. Baksana kimilerinin kemikleri dahi yok ki ortada mezarı olsun. Birbirimizin ölüsünü dahi sevmediğimiz bir topraktır üstünde nefes alıp verdiğimiz. Ama ah o dağ yok mu o dağ, her şey onun başının altından çıkıyor değil mi? Keşke dağın dili olsa da anlatsa.



Hakikatler boyumuzu aşsa da, her şeyin bir adabı olmalı aslında… Ama işte bizde o da yok ki, bahtsız bedeviler kutup ayılarının elinden tutmuş geziyor, sanırsın büyük bir hayvanat bahçesindeyiz. İşte özlemle andığımız zamanların ruhu!



Ruh gelsin de üç kere vursun bari masaya.



Belki o sese kulak kesilir de susar kimileri…



Belki o kusar gibi verdikleri demeçleri keserler.



Oturmuş, elinizde bir paket çekirdek, kanlı bir geceyi bekliyorken siz, bizim beklediğimiz gece bu değil. O ağızlarınızdan çıkanları bizim kulaklarımız duymak istemiyor. İstediğiniz kadar kenar süsü yapın durun demeçlerinize, bak durduruyor mu ölümleri, bir parça ekmek gibi bastırıyor mu açlığı? Bizi içinde bıraktıkları aczin yılmaz bekçileriyiz. Bir ses bekliyoruz. Bağırmaktan olsa gerek vicdanlarının da sesi kısık. Vitrin vitrin, boy boy açıklamalar. İyice teşhir edin ki halimizi neye üzüleceğimizi şaşıralım.



Bak çıktı işte Cemil Çiçek, ‘Hadi artık tadında bırakın!’ dedi.



Sanırsın gazinoya gittik, yedik içtik eğlendik, alkolümüzü de aldık, keyifler de gıcır, hadi artık tadını kaçırmayalım, yoksa tatsızlık çıkacak, yoksa çok muhabbet tez ayrılık getirecek.



Bak işte başka bir kehanetler uzmanı, sanırsın bilim insanı, çıkmış diyor ki: "Durumları gayet iyi, düzenli olarak vitamin, tuz, şeker ve limon veriliyor. Kilo kayıpları sürekli ölçülüyor. Ortalama kilo kaybı 7-10 arasında!" Sanırsın bu insanlar da bir diyet kampında, hepsi obez, bir bisikletin tepesinde kibrit kutusu kadar peynir, iki zeytinle zayıflamaya çalışıyor.



Bu ne yapış yapış bir ayıptır? Bu ne bitmez bir hışımdır? Bu nasıl cilalı bir ruhsuzluktur?



Maruz kalanı dermansız bırakan bir garip nakarattır dinlediğimiz!



Akıllara ziyan.



Ama işte bu sisin, bu tozun içinde biz de iyiyiz hani, baksanıza boş durmamışız, idam geri gelsin istiyormuşuz.



Eski günleri arar olmuşuz.



Eskiyi özlemle andığımız doğrudur. Lakin bu özlem zat-ı alilerinin uzağına düşer. Eskide duranlar bugünü kaçırır, herhalde biz de kaçırdık. Sormak gerek: Bir anket yapıldı da haberimiz mi yok? Bu Şehir Hatları’nın nostaljik vapur, belediyenin pembe mi yeşil mi diye otobüs seçtirmesi gibi bir şey mi? Muhtemelen öyle, çünkü onlarda da bizim seçtiğimize kalmadı büyüklerimiz. Biz bilmeyiz beyimiz bilir ya, tabii ki onların uygun gördüklerine biner olduk.



Ama bu şimdi bindirilmeye zorlandığımız şey her ne ise; ne o karbonatlı çayları içtiğimiz vapura, ne fren yaptığında iki koltuk öne fırladığımız, arkasında egzost borulu doğa dostu otobüslere benziyor. Bu sırrı kendinden menkul garabet bildiğimiz hiçbir şeye benzemiyor.



Yolunu kaybedenler gibi şiire sarılmak gerekirse, Karin Karakaşlı bir şiir yazmış. Adı "Cürüm"



Son dizeleri şöyle: "Çünkü bilmeden yaptığın hatadır / Yineleyip kaçtığınsa günah / Hatada özür dilersin / Günahta af"



Bu seyirlere doyamadığımız "şey" şiirdeki gibi günaha, dilbilgisiz kalmış kötü cümlelere benziyor. Siz günahsa kimden af, kabahatsa kimden özür dilersiniz bilemiyorum. Allah iyiliğinizi versin, mecbur ettiniz de ondan söylüyorum, bak inandığımız tanrılar dahi birbirine benzemiyor!



Sizin oralarda sayılı gün çabuk geçiyor, bizim buralarda tadında bırakılamıyor.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.