Bu cumartesi nerdesiniz?
En son neyinizi kaybettiniz?
Cep telefonunuzu?
Ajandanızı?
En sevdiğiniz kaleminizi?
Ya da sokaktan kapıverdiğiniz, sigaranızı yaktığınız dandik çakmağı?
Ya da bir yakınınızı mı?
İşte en zoru.
Bir daha görmeyeceksiniz.
Kim bilir nasıl kaybettiniz?
Eceliyle ölmek bile torpile tabi.
Gözümüzün önünde gözaltında kaybolanlar çok ya bizim buralarda ondan bu hatırlatmam.
Yıldırım Türker, “Gözaltında Kayıp, Onu Unutma” kitabının önsözünün sonunda şöyle der: “Hepimiz günden güne büyüyen bir kayıplar ailesinin üyesiyiz. Yakınlarımız kayıp edilmiş olmayabilir. Kendi kayıplarımızı, her geçen gün kaybettiğimiz, kaybettirildiğimiz şeyleri hatırlamanın zamanıdır.”
Yılın “Sahip çıkamadığımızın ispatı olsun, hiç olmazsa biz özür dileyelim” haftasına geldik.
Bu özürsüzlük atmosferinde boğulmamak için. Bu cumartesi. İstanbul’daysanız. Bir ricam olacak.
Bilmek isterseniz:
Şehrin bir ucunda Galatasaray’da Cumartesi Anneleri 408. kez buluşacaklar.
Yere siyah örtülerini serecekler. Üstüne de gözaltında kaybettikleri gencecik çocuklarının –çünkü onlar hala o günkü yaşlarındalar ve onlar büyümedi- fotoğraflarını koyacaklar.
Ellerinde karanfil.
Bir tanesi başlayacak konuşmaya.
Oğlunun hikâyesini anlatacak.
Sonra bir başkası alacak mikrofonu.
Yağmur da yağsa çamurlara bulansa da üstleri başları oturacaklar orada, o taşın üstünde. Kemiklerini bile verseler, razılar. Hiç olmazsa bir mezarları olsun diye…
Ama işte yanlarından binlerce insan geçecek. Simitten yapılmış beş katlı bir sarayın önündeki randevularına yetişmek için koşarken dönüp bakmayacaklar bile.
Sonra yine bu cumartesi şehrin bir başka köşesinde, binlerce kişi yürümek için toplanacak.
Bu sene rota bozuk.
Özür dilemenin yolları inşaat halinde olduğundan, büyük Taksim projesi ağıt yakmayı bile inşaat iznine dâhil ettiği için. Binlerce insan o gün iş makinelerine rağmen özür dileyecek. Kim bilir hangi baharda bir daha açmayacak, kesilecek ağaçların arasından geçilecek.
Ertesi gün görürüz gazetelerde, özür yürüyüşünün tepeden çekilmiş fotoğrafları kaplar yine sayfayı kocaman bir siyah leke gibi.
O gazeteleri örtmüşlerdi zaten ölüsünün de üstüne…
Aynı leke. Hiç çıkmaz mı 7 yılda bir leke? Çıkmayacak.
Gidenler bilir. Yine hava buz gibi olacak. Bir Ermeni türküsü bastıracak şehrin gürültüsünü. O türküye ezan karışacak. Ezana kuş sesleri.
AGOS’un balkonundan kafalar dışarı uzanıp uzanıp içeri girecek. Balkondakiler Hrant’ın eşi, çocukları, arkadaşları. Neye sevinsinler, neye üzülsünler belli değil.
Siyah dik yakalı bir kazaktır 19 Ocaklar.
Annenin ördüğü gri kaşkol. Ve belki turuncu yün şapka.
Sesi çıkmaz o yürüyüşe gelenlerin. Çantaları kadar ağır bir yük olur sessizlik.
Yol üstünde sağda, “Hrant Dink atkısı gelmiştir” yazan adam, solda “Teferruatlar” pankartı açan grup.
Bildiriler tutuşturulacak ellerimize. Hepsini alanlar bir süre sonra okumadan yere atacak. Yerler siyah beyaz “Seni unutmadık” pankartlarıyla dolacak.
“Katil devlet hesap verecek” sloganı atılırken, yürüyüşe katılan yaşlı teyzelere, “katil devlet” kısmını utanıp tekrarlamayacak, “laylaylay laylaylay hesap verecek” diye eşlik edecek. Ve alkışlarla tezahüratlar karışacak. Telefonlar çalacak. Fısıltıların arasında, yürüyenler yürümeyenlere “Yürüyüşteyim, bitince arayayım” diyecek. Yürümeyen, “Bir sonraki sene kesin ben de gideceğim” diyecek.
Gitmeyecek.
Keşke gitse.
Keşke siz de gelseniz.
Keşke.
Keşke Cumartesi Anneleri’nin yanından da koşarak geçmeseniz.
Keşke Hrant Dink’i anmaya gelseniz.
Keşke bir AVM’de en azından o gün ömrünüzü tüketmeseniz. Ne yazık ki size eğlence vaat edemem. Üzüleceksiniz. Bir kerelik de değil. Yol uzun.
Baksanıza yaşadığımız hayatlara, bu önümüzdeki virajlar umutsuzluğa kıvrılıyor.
Bu virajları birbirimize tutunarak alabiliriz, bu insanları yerden ancak beraber kaldırabiliriz.
Ama siz bir AVM’de kayış gibi olmuş lahmacunlardan yemeyi mi tercih edersiniz?
Keşke etmeseniz.
YORUMLAR