Özet: Beş kelime…
1999’dan beri oturduğum evimden taşınıyorum.
Zormuş ev taşımak. Aklımın ucundan geçmezdi bu evden gideceğim, şimdi kutular ve koli bantlarıyla ben baş başa, muhasebeciler gibi oturuyoruz ufaktan boşalmaya başlayan salonda.
Onca yıl evi bir başıma doldurmuşum da doldurmuşum.
Bir de insan olsa sarılır iki yanağından öpersin bıraktığım evi. O kadar da tatlı, sakin, huzurlu. Duvarlarının dili olsa konuşmaz, ketumdur benim gibi. “Her şeyi gözümü kırpmadan bırakıyorum” desem de günlerdir gözlerim seğiriyor. Sağlık siteleri, stres yorgunluk, haminne siteleri sağ göz sevindirici haber, sol göz keder diyor.
Her eşyanın yeni adresi belli. Evime geldikleri hikâyelerle başka evlere gidecekler.
Her yer her yerde. Dirseklerime kadar toz, kir pas içinde kalsam da hafiflemem lazım.
Ama bazı şeyleri atamıyorum.
Kutuların başında, halısız yere oturup, koyu kahveler içiyorum.
1995’den bu yana tuttuğum defterlerim var. Kimseye yar olmaz. Sayfalarına küçük haberler yapıştırmışım. Kesip kesip. Memleketin nasıl delirdiğinin günlükleri.
Bazılarını nasıl bir ruh haliyle ve neden kestiğimi kestiremeyip çeviriyorum sayfayı, bazıları ise karın ağrısı gibi, bir giriyor bir daha çıkmıyor.
Bir haber: 24 Aralık 2006 tarihli.
Süper tatlı bir kız. Kafasında mezuniyet kepi. Vesikalık. Haber ufak bir kutunun içine hapsedilmiş, haberi yazan gazeteci arkadaşa, “1000 vuruştan fazla yazma, girmez” demişlerse, o da o kadar yazmış.
“24 yaşındaki (..) önceki gün akşam köprünün ortasında otomobilinden inerek aşağıya atladı. Otomobilinde, “Yavaş yavaş delirdim, kimse farketmedi. Hayat çok zor, ailemi çok seviyorum” yazılı bir not bıraktı.” Gerisi bildiğiniz hikâye. Ailesi ve arkadaşlarının durumu ve bir mezarlık adresi. 7 yıl geçmiş bu notu yazıp köprüden atlamasından bu yana. Yanına yazmışım: “24 çok az. Ama denemiş. Hor kullanmamış süreyi. Eğilmiş kendine, eğildikçe kırılmış” 24 yaşımın üstünden çok geçti. Tezer Özlü okuyup okuyup, intiharı çok mantıklı, boşa dönen bir tekerlek gibi durmanın çok manasız olduğunu düşündüğüm yıllarım da çok geride kaldı.
Şimdi ben annemin peşinde iki çocuk, hangimize nasıl yetişeceğini bilmediği, memlekette sevdiği herkesi suikastlarda kaybettiği yaştayım. Şimdi ben annemin akşamüstleri, babamı beklerken, “Ekmeği bitirmişsiniz, koşun bakkala, bana da bir bira” dediği, teybe Ahmet Kaya, çok efkârlıysa Ercan Turgut koyduğu yaştayım.
Kardeşimle ikimizi hatırlıyorum. Ebru biradan birkaç yudum almanın peşinde, ben de patatese dadanıyorum. Ama kadını bunaltırcasına soruyoruz: “Anne n’oldu? Anne neden gözlerin doldu?” “Evladım, memleket” derdi. “Siz üzülmeyin, dersinize bakın”.
Aradan geçmiş bunca sene. Hala teypte Ahmet Kaya, hala “Kimler aldattı seni, hangisine inandın?”
Hiçbir şey değişmemiş olabilir mi?
Şimdi siz “Buralarda nasıl yaşayacağız” derken, Kanada mı, Avustralya mı diye bir haritaya bir kocanıza / karınıza bakarken, buraları bırakıp hiç bilmediğiniz bir hayatı düşünürken; oğlunuza, kızınıza, “Sen dersine bak” diyorsunuz değil mi?
Bu memleket çocuklarına iyi davranmıyor. Sizi sevmiyor. Sevilmediğiniz için siz de kimseyi sevmiyorsunuz.
İçinizde hep bir öfke. Kime saldıracağınızı bilemiyorsunuz. Neyse ki memleket her gün önünüze bir insan, bir parça kanlı linç gündemi atıyor da karnınız linçle doyuyor.
Linççilerin hikâyesi ortak. Kendi hikâyesizliklerini başkalarının hikâyeleriyle süslüyorlar. “...miş” le biten bir cümleden hayır gelmediğini anlayacak kadar Türkçeleri de yok. Tam da milliyetçilerin dramıdır bu. Vatan, millet diye bağırınırken kendi dilini doğru kullanamaz, yapıştır de’yi da’yı gitsin, -miş dediğin zaten sizin oralarda dedikodu eki.
Kendi dramları, önemsiz meseleleri ortalığa dökülmesin diye tanımadıkları insanlara saldıranlarla doldu etrafımız. Durup durup linç etmeye kalktığınız insanları değil de sizi konuşsak, sizden geriye ne kalır, hiç düşünüyor musunuz?
Mesela en mutlu anınızda, cenazenize kaç kişi gelir diye kabaca bir tahmin yapabiliyor musunuz? Korkunç bir bilinmeyenle karşı karşıyasınız ve her şeyi siz, hatta sadece siz biliyormuşsunuz gibi yapıyorsunuz. Her şeyin en iyisini sizin hakettiğinizi düşünüyorsunuz. O zam da sizin hakkınız, o ev de, o tatil de, hatta o adam da. İki kuruş için yapamayacağınız bir şey yok gibi duruyor buradan bakınca...
Cebinize sadece kötülüğünüzü doldurmuşken bence de o kadar kötülüğe hakettiğiniz her şeyi alabilirsiniz. Bir ara, hani olur da linçten kafanızı kaldırabilirseniz: O intihar mektubuna giren beş kelime. Sizin hikâyenizi anlatıyor. Bir Z raporu alın, bakın, dediğime hak vereceksiniz.
YORUMLAR