Vim ve toz bezi...

Hazırlık sınıfından orta 1’e geçerken. ‘Taşınıyoruz’ dedi babam, ev almışız. İlk evimiz. Annem de babam da çok mutlu. Bizi ilgilendiren sokağı. Sokaktaki çocuklarla arkadaş olabilecek miyiz? Çok da yakınlardaymış ev.


Şaşkınbakkal’dan Suadiye’ye. ‘Ufak bir ev, olsun bizim ya’, hem bir de gizli geçit var, mutfaktan çatı katına çıkıyorsun merdivenlerle. ‘Hem de bize mi ait, yaşasın!’


Çatı katı için dövüşüyoruz. Hayır benim, hayır benim. Annemle babam kimi daha çok seviyorsa onun. Aldığımız yanıt: ‘İkinizi de eşit seviyoruz, çatıda işiniz yok, odalarınıza.’ Karar alıyoruz. Çok mühim konular hakkındaki kararlarımızı alacağımız yer: çatı. Konular küçük boylarımızı aşmaz da Tadelle gofreti de çok büyük sandığımız yıllar.


Kararlarımız bayram sabahı kabristan ziyaretine giderken anne babamıza söylenmemek için söz vermek, birbirimize sabo terliklerle vurmamak düzeyinde. Çatıya çıkmak bir nevi genel kurul.



Bir sürü arkadaşımız oluyor. Çatıyla pek alakamız yok, karanlık orası, çaktırmasak da korkuyoruz.


Hep sokaktayız. Upuzun ve çok geniş. Top bir kaçtı mı, atan alır kavgası patlıyor.


Sokağın ihtiyarlarından biri çıkıp da ‘Kesin gürültüyü’ diye bağırınca susuyoruz.


Henüz ihtiyar insanlara gençliklerini, hatalarını hatırlattığımızı ve yıllar içinde kalpleriyle midelerinin ortasında bir yere bir iç organ gibi yerleşen terkedilmişlik hissini bilmediğimiz yıllar.



Sokaktaki hayatı durduran bir kişi var. Esnaf onu görünce ‘Hah, çıktı deli’ diyor. Ben tarif edilemez bir üzüntü ve korku yaşıyorum onu görünce. Bakkala, apartmanın kapıcısına soruyorum. ‘Ben onunla konuşmak istiyorum’, o kadar sıkıcı ki insanlar, hep aynı yanıt: ‘Yanaşma, seni parçalar’



Bembeyaz saçları var. Adını bilen yok. Söylememiş kimseye. Sokağa çıkacağı saat belli değil. Ne zaman isterse. Sağ elinde bir toz bezi, sol elinde bir Vim.


Vim o yılların toz deterjanı. Reklamlarda görüyorum. Klorlusu vardı zaten de, limonlusu çıkmış. Reklamda herkes çok mutlu, Vim’le çaydanlık, bisiklet temizleyen insanlar. Bir yandan da şarkısını söylüyorlar: ‘Vim bembeyaz bir bulut, durma tut, Vim temizlik şarkısı, haydi söyle’



Teyzenin elinde klorlusu var. Apartmanından çıktığını gördüğümüz anda birbirimizi ezerek apartmanlarımıza saklanıyoruz.


Arabasında domates, soğan satan adamın genç oğlu, ‘Deli n’aber?’ diyor, cevap bile vermiyor. Kafasını hafifçe kaldırıp elindeki Vim’i sallıyor.


Sokağın başına doğru gidiyor. Önce bütün ağaçların tozunu alıyor. Kedilere doğru seyrediyor. Kaçışan kedilere kızıyor. ‘Tozlu tozlu dolaşıyorsunuz, kirleniyorsunuz, kirlendiniz, bak bana, bak, ben de kirlendim’ diye bağırıyor.Ve elindeki toz bezini kendi üstüne başına da şöyle bir çırpalıyor.


Sonra devam ediyor. Sırada kaldırımlar var. Siyah kadife bir eşofman altı, üstünde eski bir siyah hırka, kendisine birkaç beden büyük. İçinden gözüken pembe tişörtü onun iyi bir insan olduğuna dair elimdeki tek kanıt. İçimden, ‘Neden beni parçalasın, bir gün mutlaka konuşacağım, çok kötü bir insan olsaydı pembe tişört’ giymezdi diye geçiriyorum.



Cama kafamı dayamış tüllerin arasından aşağıya bakarken, ödüm patlıyor, ya kafasını kaldırır da beni görürse. Kaldırıyor, bakıyor ve görüyor. Korkum tülleri titretiyor. Toz alması bitince yavaş yavaş ağaç diplerine, kaldırımlara Vim serpmeye başlıyor. ‘Bıktım sizden bıktım, her yeri kirlettiniz, hepimizi kirlettiniz’



Bir yaz günü. Camlar, pencereler açık. Evde annem Edip Akbayram dinliyor. ‘Aldırma gönül’ çalıyor pikapta. Deli teyze sokakta. Ben balkona yatmışım, beni göremesin diye. Aşağıya bakıyorum. ‘Kim dinliyor bunu?’ diye bağırıyor.


Ayağa kalkıp anneme koşsam beni kesin görecek. Küçük kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor. ‘Kim dinliyor dedim?’ Gülmeye, kocaman kahkahalar atmaya başlıyor.


‘Temizleniyor, bak şimdi tertemiz oluyor’ diyerek gülüyor. Vim’i bizim apartmanın önündeki ağaçların dibine, kutuyu bitirene kadar döküyor. Bu bir ceza mı, bir teşekkür mü, hiç anlamıyorum. Onu son görüşüm oluyor. Günlerce kapısına bakıyorum. Çıkan yok. Ölmüş diyor esnaf. Koşup anneme haber veriyoruz: Ölmüş. ‘Ah yazık’ diyor annem. Kimsesi de yoktu, mezarlığı kimbilir nerede? Tencerede mercimek kaynıyor, annem bir dua mırıldanıyor.



23 Şubat tarihli gazeteler, Egemen Bağış’ın Ahmet Kaya’nın mezarlığı başında, ağzı kulaklarında güldüğü bir fotoğrafı basıyor. Ağaçların altında Egemen Bağış. Dünyanın, insanı en çok terbiyeye davet eden mezarlıklarından birinde, Père Lachaise Mezarlığı’nda, Paris’te, gülüyor kocaman.


Bıraksalar bizim rahmetli sokağımızın, rahmetli deli teyzesi gibi, onu son gördüğüm an gibi kahkahalar atacak sanki.


Sanki komik bir şey varmış da biz anlamamışız gibi. Fotoğrafın asaleti o fotoğrafı çekene ve çekilenlere, rezaleti bizim boynumuza asılıyor.


Seni, beni hepimizi kirleten bir fotoğraf karesi. Gülmeseydi keşke. Hatta öyle bir şey olsaydı ki, gülemeseydi. Ya da bir itiraftır nihayetinde. ‘Hayatımda hiç üzülmedim ki’ deseydi. Şimdi pulsuz bir zarfta Vim göndermek istiyorum kendisine. Döksün tam ayaklarının dibine. Alsın eline de bir toz bezi. Ama bu yılışıklık çıkmaz bir toz beziyle, Vim’le.


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.