Eksik bir şey var
Yayından kaldırılıyormuş Ben de Özledim.
Çünkü sabredemediler. Dümdüzdü, basitti, kesmedi.
Hepimize benziyordu. Hepimiz kadar komik, hepimiz kadar sıkıcıydı.
“O kadar para alıyor kardeşim çıksın oynasın” diye futbolculara bağırdığımız gibi, bu kadroya da kızıyorduk, “O kadar şöhret oldular, güldürsünler arkadaş!”
Hayat kadar saçma, hayat kadar boştu. Güldürmek gibi bir vaadi yok ya hayatın, onların da yoktu.
Evet haklısınız, o ilk bölümler biraz belirsizdi, ama sürprizliydi. Hayat gibiydi. Teğet geçtiğimiz şeylere bakıyorduk beraber. Beklemediğimiz her şey vardı. Tıpkı akşama yemekte kapuska var sanarak eve geldiğin, daha eve girer girmez annenin seni işe koştuğu, masayı kur bir de buzdolabından salçayı ver baban gelecek birazdan vallahi canımıza okur dediği, mantının acı biberli sosunun mutfağa yayıldığı günler gibi. İkmale kaldım sandığın, hocanın kurtarmaya kaldırdığı, 4.5’tan 5’le yırttığın, takdiri de beş puanla kaçırdım diye gevrek gevrek güldüğün, evde senden başka kimsenin gülmediği zamanlar gibi. Hani arkadaşınla buluşup çay bahçesine gidecekken bastıran yağmur yüzünden ayakkabının su alması kadar gerçekti. Kendini, iki tane cüce taburenin tepesinde, ayağında plastik Malibu terlik ve ıslanmış çoraplarına bakarken bulduğun, tamircinin “Hadi ısının bari” diye iki tane çay söylediği günler kadar eski, o günler kadar temizdi.
Hep belirli şeyler canımızı sıkarken, belirsizliği iyi geliyordu. Hazır olmak gerekmiyordu. Önümüzdeki ayın kredi kartı taksitlerini bugünden bildiğimiz için hangimiz daha rahat uyudu? 20 gün sonra işten atılacağı tebliğ edilen şirketteki o kuru tostu afiyetle yemeye devam edebildi mi? Ev sahibi iki aya kadar çıkın dediğinde, banyoda beş senedir dikkatini çekmeyen o kırık fayans gözümüze gözümüze batmadı mı? Vapuru kaçırmadığımız sürece iki dakika sahildeki bankta oturmayı unuttuğumuzu farketmedik. Ama işte bu belirsizlik küçük küçük kararlara büyük imzalar atan abileri bozdu.
İyi madem, bu da bitsin. Gecenin körüne başka diziler koyulsun. Biz de o arada, sabahtan akşama kadar o ses senin bu ses benim seyredelim, Ebru hanım parmağını sallasın, sanki yolsuzluğu biz yapmışız gibi, her kışın sonu bahar diye bize bağırsın, bir hafta siyahları çekip mateme girelim, öbür hafta beyazlarla masumiyetin temsilcisi olalım. O sırada ses kasetleri çıksın, birbiriyle “Hee” ve “Şeyi şey ediyorum efendim”den başka bir şekilde konuşamayan insanları dinleyip, ne demek istediklerini anlamaya çalışalım. Kimse dizinin orta yerinde ayı kostümüyle çıkıp, “Freud’um ben Freud, bak sana anlatayım, hiçbir şeyi kafaya takmayacan hacı, yoksa yemin ediyorum kafayı yersin, bir geçmişe git, derinleri bir goncukla, bırak, bırak sal, bir rahatla, hadi göreyim seni” demesin. Hiçbirimiz hiçbir şeyi goncuklamayalım. Super Mario’da prensesi kurtarmış, Atari salonlarında bölüm sonu canavarlarına kafa tutmuş nesiliz biz, bize koymaz. Bu da gitsin. “Eksik bir şey mi var?”ı dinleyelim. Çünkü var.
YORUMLAR