Bütün ekmekler taş

Ertesi gün Şeker hanım gelecekti. Şaşkınbakkal’daki evimizi haftada bir temizleyen hanım. Evde de arap sabunu bitmiş. ‘Ben gideyim mi?’ dedim. ‘İyi, hadi git’ dedi annem. Üç kiloluk yoğurt kabını elime tutuşturdu. ‘Koş da hava kararacak birazdan, al, dökmeden getir.’



Koştum. Nalburdan içeri girdim, solda çiviler, yanında zımparalar, dibinde fırçalar boy boy. ‘Nadir amca, annem arap sabunu istedi’ Sabunlar löp löp dolarken, arada da eğilip koklayıp, ‘Oh mis’ diyorum. Parasını verdim. Üstüyle de dönerken sakız alacağım. Annem izin vermişti.


Dükkandan çıkarken ayağım takıldı, dükkanın önündeki çınar ağacının dibine uçtum, arap sabunu da benimle. Ağlamaya başladım, ‘Annem dökmeden getir demişti’ İçerden Nadir Bey fırladı. ‘Bir şeyin var mı? Kalk da bi’ bakalım’ Dizlerim, ellerim, avuçlarımın içi kanarken, ‘Annem dökme demişti’ diye ağlıyorum bir yandan.. Nadir Bey’in bir de çırağı var, koşturdu eczaneye, ‘Git bi oksijen bi de tentürot alıver, İlke Hanım’ı da çağır da Elif’i alsın.’


Uzaktan annemi gördüm, ağacın dibi arap sabunu, plastik kap da patlamış.


‘Özür dilerim, dökme demiştin!’ ‘Aaaa! Senden önemli mi? Niçin bu kadar ağladın? Aşkolsun’ dedi kucaklarken, sanki hemen dizlerimdeki ellerimdeki çizikler yaralar geçmişti, hiç unutmadım.


Arap sabununu benden önemli sandığım, uzun saçlı, kahküllü, hep ekmek içlerini ve mantıları çiğken yediğimden sinek gibi bacaklarımın tepesinde göbek taşıdığım yıllar. Arap sabunu 3, ben 25 kiloydum.


Bakkala, yufkacıya, Şaşkınbakkal’daki Kazım Pastanesi’nden Alman pastası almaya yollanmak için fırsat kollardım. ‘Anne, ben giderim.’


Beş dakikalığına kralsın mahallede, koş dondurmacıya, al bir top, koş bakkala bir çokomilk, manava yanaş kap bir erik, dualar ede ede, ‘Allahım bir tane erik için beni hırsızlarla aynı odada yakma!’


Kimbilir Berkin’in aklından ne geçiyordu, evden ‘Anne ben alırım’ diye fırlarken. Belki bakkaldan bir gofret kapacak, bir lokmada yutacak, eve girerken de ağzının kenarlarındaki bisküvi kırıntılarını eliyle şöyle bir silecekti. Masaya oturduklarında annesi dişlerinin arasında kalan gofret kırıntılarını görecekti de laf etmeyecekti. Belki de mahalleden arkadaşlarına seslenip, ‘Oğlum Ahmet 15 dakkaya gelcem ben bekleyin beni’ diye bağırıp beşte devre, onda biten maçını ayarlayacaktı.


Ya da belki de o hani başkasını seçti dediği kızı görecekti, 10 saniyeliğine de olsa, öyle tatlı tatlı gülecek, kızın aklı karışsın, günün birinde onu seçsin diye, ‘Bir gofret de sana aldım’ diye verip utangaç utangaç eve koşacaktı. Koşamadı. Koşarken, ‘onun polisi’ destanına çocukları da kattı. Bir annenin saçının teline kıyamadığı bir çocuk komaya girdi. Komada bir yaş büyüdü, komada kalbi durdu, bir daha çalıştı.


45 kiloydu, 16 kiloya düştü.16 Haziran günü, bütün ekmekler yere düştü.


Şimdi benim için uzak ülkenin saati başka başbakanı her gün bir şehirde hızlı trenleri, köprüleri, yapacakları yolları, dağıtacakları tabletleri anlatıyor. Bindirilmiş kıtalar bayrak sallayıp ‘Dik dur eğilme’ diye bağırıyor.


Halbuki farkında değil, sırtında 16 kiloluk bir kamburla duruyor podyumda.


Ben rica edeyim, yine de siz bilirsiniz. Bırakmayın çocuklarınızı da bakkala, oraya buraya. Ekmeğin ucunu gizlice koparıp yiyemeyecekse çocuğunuz, kıkır kıkır mutfağın kapısında gülemeyecekse, bakkaldan dönecek diye beklerken hastaneye koşacaksanız varsın dünden kalan ekmeği yiyin. ‘Senden önemli değil ya’ deyin.


Uyanmadın çocuk, bütün ekmekler taş oldu.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.