Bisikletle zamanda yolculuk

İlk bisikletim mavi bir Pinokyo’ydu. Yaşadığım kentin bütün sokaklarını pedal pedal arşınladığımı hatırlıyorum o bisikletle. Çanakkale’de yaşamanın iyi taraflarından biriydi küçük olması. Bizim dışımızda herhangi bir çocuğun, bir havaalanının tam ortasında, bisikletiyle pist kenarındaki yangın uçaklarının yanından geçerek küçük bir çaya pedal bastığını sanmıyorum. Sadece ben ve arkadaşlarıma has bir durumdu bu. Havaalanı pistinde yarışırdık. Yaz günlerinin sıcağına aldırmadan bazen rüzgâra karşı, bazen rüzgârı arkamıza alarak.


Eve dönüş yolunda meyve ağaçlarıyla dolu yollardan geçerdik. Hırsızlık kötü bir şeydi ama yaptığımıza tam olarak hırsızlık denemezdi. Daha çok hayatı tanımaya çalışan küçük veletlerin macera arayışıydı. Ve macera bizi bulurdu da. Birkaç elma yüzünden ağaçların sahibinin bizi kovaladığını hatırlıyorum. Gülüşerek bisikletlerimize atlar ve mahalleye doğru kaçardık.


Akşamüzeri maç saatimizdi. Topladığımız ham meyveleri bir kenara koyar, sokağın ortasına taşlardan kale kurardık. Bisikletimiz bir bahçe duvarına dayalı ya da kaldırım kenarında bizi beklerdi. Oynarken kendimden geçtiğim oyunlardan biriydi futbol. Ama ne olursa olsun maç sonrası ritüelimi gerçekleştirmeyi unutmazdım.


Çanakkale Boğazı üzerinden gösteri uçuşuyla geçen savaş uçakları gibi, ben de bisikletime atlar, iki sokak arkamızda oturan bir kızın evinin önünden aynı duygularla geçerdim. Aslında tek amacım çocuksu bir aşkla sevdiğim kızı yaz tatilinde görebilmekti. Sınıf arkadaşım olmasına rağmen, onu gördüğümde konuşamaz, utançla mahalleye kaçardım. Zaten çoğu zaman o güzel kızın evine doğru bakamazdım bile. Bu durumda görüp görmediğime değil, onun tarafından görüldüğüme emin olurdum daha çok. Öyle zamanlarda ellerimi bırakır, kendimce hava atarak geçer giderdim evlerinin önünden.


Mahalleye döndüğümde, ki iki sokak ötesi de olsa o zamanlar bizim için iki sokak, bir mahalle ediyordu, güneş batmaya yaklaşırdı. O sırada adım yankılanırdı sokakta. Annem, nerede olduğumu bilmeden sadece adımı seslenirdi. Bir yerlerden bir homurtu duyarsa, baban geldi diye tekrar seslenirdi. Çaresiz bisikletime atlar, eve yollanırdım. Babam korku değil, daha çok mutsuzluk kaynağıydı benim için.


Annem ve kız kardeşim için de sanırım öyleydi. Onları mutlu edebilmek için sınırlı imkânlarım vardı. Ne de olsa bir çocuktum. Anneler Günü’nde yine bir hırsızlık yaptım. Çocukluğumda daha çok müstakil evlerden oluşan mahallemin nerdeyse tüm bahçeleri güllerle dolu olurdu. O gün bisikletime atladım ve her bahçeye girip bir gül kopardım. Farklı farklı güllerden oluşan bir buketle annemi mutlu etmekti amacım. Çünkü babam onu çok üzüyordu. Gülleri gördüğünde nereden kopardığımı sordu. Bahçelerden dedim. Bana yaptığımın kötü bir şey olduğunu söyleyemeden ağlamaya başladı. Bugün o gül bahçeleri duruyor olsa, hiçbir şey düşünmeden yine çalarım.


Kardeşimiyse bisiklet kullanmayı öğreterek mutlu etmeye çalıştım. Benden üç yaş küçüktü. Dolayısıyla evdeki mutsuzluğu idrak etmek için de küçüktü. Ona davranışlarım o yaşlarda şiddet doluydu. Bugünden baktığımda o şiddetin sebebinin ne olduğunu görebiliyorum ve bu bende zaman zaman suçluluk yaratıyor ama bu duygudan kurtulmanın sanırım mümkünü yok. Kardeşimin beni affettiğini bilsem bile.


Geçtiğimiz hafta Bozcaada’da tatildeydim. Bütün bu bisiklet dolu çocukluğum orada aklıma geldi. Çünkü Ada’yı bisikletle turladım. Bağların arasında, kurumuş ot kokularını içime çekerek. Yorulduğumda dinlenip ardından yola devam ederek. Kirpilere yol vererek. Ada’nın güzelliğine hayran kalarak. Ve bisikletsiz bir yaşamın ne kadar yavan olduğunu düşündüm. Bisiklet bizim doğayla bağ kurabilen tek ulaşım aracımızdı. Şehirleştikçe onu da hayatımızdan çıkararak bir tatil ritüeline döndürdük. Şükür ki artık şehir hayatında da bisiklet kullanan ve bu ritüeli hayatının bir parçası haline dönüştüren insanlar var. Bir gün tayt giymeye cesaret edersem, ben de onlardan biri olmayı planlıyorum.


Tatil dönüşü Çanakkale’ye uğradım. Kız kardeşim ve ikizleriyle orada buluştuk. Babaları, yeğenlerime ilk bisikletlerini o gün almıştı. Gün boyunca evin önünde dört tekerlekli bisikletlerine bindiler. Biri pembe, biri maviydi. Ben yine de ikisine baktıkça çocukluğumu ve Mavi Pinokyo’mu gördüm. Ama bütün bu hatırladıklarım arasında bir sahne eksikti. Ne yaparsam yapayım, babamın bana bisiklet aldığı günü hatırlayamadım.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.