Mavi Dünya, Bayan Mavi ve eksik anılar

Nasıl oldu, ne ara indirdim o programı bilmiyorum ama, bir baktım dolaşmaya başlamışım içinde. Aslında herhangi bir geceydi. Twitter, Facebook, Instagram arasında mekik dokuyordum. Gecelerini bunun dışında şeyler yaparak değerlendirenler var mı artık bilmiyorum. Sonra bu kısırdöngüden sıkılıp bir ara birkaç sayfada dolaştım. Sonra bir baktım ki, Google Earth’ü indirmişim bilgisayarıma. Önümde kocaman ve masmavi bir dünya öylece duruyor.



Önce yabancıladım programı tabii. Birkaç yerini kurcaladım bilir bilmez. Ardından baktım ki, öyle zor bir şey değilmiş sandığım gibi. Sonra çağrışım söz dinlemedi. Bayan Mavi’nin gözleri geldi aklıma; “Bir dünyanın iki yarısı” gözleri. İşte o zaman balıklama daldım dünyaya. Zoom üzerine zoom yaptım. Kıtalar aştım. Ülkeler, şehirler, dağlar geçtim ve bir baktım ki, başka bir mavinin kenarında, doğduğum şehirdeyim. Üstelik adım gibi bildiğim sokaklarını bu kez kuş bakışı dolaşıyorum. Şuradaki, doğduğum hastaneydi işte. Şu, okuduğum ilkokuldu. Şu da akşamları eve geç döndüğüm sokaktı. Şu havaalanında bisiklet yarışı yapardık ve yangın olduğunda, havalanan yangın uçaklarını seyrederdik. Şu evde kardeşim doğmuştu. Şu evlerde babam ölmüştü. Şu sokaktan günde beş defa geçerdim ilkokul aşkımı görebilmek için. Şu plajda annemden habersiz denize girer, şu evde, akşamları, kirpiklerimde kalan tuzlar yüzünden kendimi ele verirdim. Şu binada lise ve şu yoldan da İstanbul…


Artık İstanbul’a yol almak için zoom out yaptım Google Earth’te. Amacım gideceğim yolu görebilmekti. Ama Trakya’ya geniş açıyla bakınca içimi titreten bir şehir gördüm orada. Çanakkale ve İstanbul arasında, bir üçgenin tepe noktası olarak bir çeşit gururla bana bakıyordu. Ya da terk edilen sevgili olmanın ezikliği yüzünden bana öyle geldi. Gerçekten içim acıdı ama hiç düşünmeden daldım yine. Tıpkı Bayan Mavi’nin gözlerine de hiç düşünmeden dalışım gibi.


O şehre hiç gitmemiştim. Ama bir gün gideceğimi hep düşünmüştüm. Yanımda da Bayan Mavi olacaktı. Elimi tutup bana doğduğu evi gösterecekti. Küçükken oynadığı o bahçede, birlikte yaşamak üzerine planlar yapacaktık. Sevdiğim kadının büyüdüğü sokakları dolaşıp onun gibi hissetmek için hiçbir anı kaçırmayacaktım. Ben onu tanıyıp anladıkça birbirimizi daha çok sevecektik. Mutluluğun sonu yoktu. Ama ne çare ki, o sokakları kuş bakışı dolaştım. Yanımda da kimse yoktu. Bilmediğim bir evin bilmediğim bahçesini, kapıldığım saçmalığa aldırmadan aradım durdum ve içimde gerçekten de o şehirde dolaştığıma dair bir şeyler hissettim.


O şehirden de çıkayım artık dedim. Hatta şu Google Earth’ten de çıkayım. Bu ne saçmalıktır! Bilgisayarın başına oturmuş hem anılarımın mekânlarını dolaşıyorum hem de ortada fol yok yumurta yokken, kendi kendime içlenip duruyorum. Üstelik bunu bir bilgisayar programı yapıyor. Ama çıkmadım işte. Mademki bir kere başlamıştım, artık sonuna kadar gitmeliydim. Hatta kendime bir duble rakı doldurup klavyenin yanına da bir meze tabağı koymalıydım. Belki bunun da programı vardı. İndirmek istesem bulabilirdim ama şimdilik o işe kalkışmadım.


Bu kez Bursa’ydı dolaştığım şehir. Neler yaşamamıştım ki orada. Hayatı yeni yeni anladığım zamanlardı. Kadın-acı, yaşam-aşk, ilişki-ölüm kombinasyonlarının hepsi üzerinde günlerce düşündüğüm yerdi.


“Niyet çeken tavşanlara sevecenlikle bakmadığım zamanlardı o günler. Parmaklarımıysa yumuşak tüyleri arasında dolaştırmayı aklımın ucundan geçirmediğim günler… Her yer, herkes, her şey karanlıktı. Ve bütün karanlıkların ortasında İstanbul, bana dünyanın en uzak şehriydi; sevgilim İstanbul! Bursa’da bir siluettim o zamanlar; bir gölge. Ve güneş olmadığı için, ve ışık olmadığı için hep aynı kalırdı boyum. Bitik ciğerlerim inadına karbondioksit solur, oksijen verirdi. Ve ben durmadan dolaşırdım, dolaşık olduğum halde. Düğüm olmak bana kendimden yadigârdı…”


O günlerde tırnak içindeki bu metni yazmıştım ama bu kez uğrama sebebim başkaydı Bursa’ya. Bayan Mavi artık orada yaşamaya başlamıştı ve ikimize ait anılar yoktu Bursa’da. Belki ben şimdi oralarda dolaşarak bize ait anılar yaratabilirim diye düşündüm. Ya da aslında Bursa’da yaşadığı yeri görmek için duyduğum büyük istekti bunun sebebi. Sadece onun yanında olmayı istemiş de olabilirim; dünya gözlümün, yüzümün öbür yarısının…


O yüzden Bursa’da da kuş bakışı dolaştım durdum. İlçeler, semtler, mahalleler arşınladım. Geniş caddeleri takip ettim. Sokaklara girdim ve az çok oturduğunu tahmin ettiğim yeri buldum sonunda. Daireyi bilmiyordum. Apartmandan da haberdar değildim ama o binalardan biri olduğuna emindim işte. Bir çeşit ferahlık ve rahatlama duydum. Nihayet yaşadığı yeri görmüştüm. Yürüdüğü yolları, bindiği otobüsleri… Hatta belki de oturduğu daireyi?


Gönül rahatlığıyla İstanbul’a dönebilirdim artık. Bu yolculuklar beni çok yormuştu. Saatlerdir şehir şehir dolaşıyordum. Son kez zoom out yapıp Bursa’dan çıktım ve İstanbul’u haritada bulup üzerine tıklamak üzereydim ki, bir dakika dedim kendime. Bir dakika! Git bir su iç, çay demle, yüzünü yıka, bir şey yap! Kendinde değilsin hakikaten! Yapman gereken tek şey var; o da acilen şu bilgisayarı kapatmak! İçimdeki sese ikna oldum ama gene de bir korku vardı aklımın bir köşesinde: Acaba Google Earth üzerinden İstanbul’a dönsem daha mı iyi olurdu ki! Korka korka da olsa, en sonunda bilgisayarı kapattım. Nihayet artık odamdaydım. Geri dönmüştüm. Her şey o programa girmeden önceki gibiydi. Ama hiç gülmedim kendime.





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.